Sizce mutluluk nedir?

İnsan mutlu ya da mutsuz olduğu anlar üzerinde pek çok şey konuşup anlatabilir ama mutluluk kavramı üzerinde pek düşünmez nedense. Kendisini hayatta neyin mutlu ettiğinden çok 'öyle olsa daha iyi olur' tarzındaki şeylere kilitlenmiştir. Onu yaparken mutlu olup olmadığı değil, etrafındaki insanların ne düşüneceği önemlidir...


Öyle bir iş yapıyordur ki herkes ona imrenir. Öyle bir sevgilisi vardır ki her gören yerinde olmak için canını verir. Öyle bir yerde oturuyordur ki orada oturmak için başka bir insanın hayatı boyunca çalışması gerekir.
Ama o işi yaparken mutlu değildir çünkü belki de aslında sadece şarkı söylemek istiyordur. Ya da resim yapmak... Belki konservatuara gidip aktör olmak... Ya da yazar olmak... Hatta belki ayakkabı dizayn etmek...
Belki sevgilisi inanılmaz güzel ya da yakışıklı, cool, çok arzu edilesidir ama ona kendini özel hissettirmiyordur. Üzüldüğünde elini saçlarında dolaştırıp geçecek demiyordur. Şefkat kelimesinin kitaplarda kalan bir söz olduğunu düşündürüyordur.

En popüler semtte, öyle bir evde oturuyordur ki dünyanın parasını vermiştir, hayal edilebilen her şeye sahiptir ama migreni şehir gürültüsünü kaldıramıyordur. Ya da aslında hayali şehir dışında, yeşillikler içinde küçük bir evde yaşamaktır ama yapamıyordur.

Bu durumları tersine çevirecek, kendisini asıl mutlu edecek şeyleri yapamıyordur, çünkü kendine biçtiği kılıfa uymuyordur bu. Onu mutsuz etse bile kendisine uymadığını düşündüğü, sadece yanına yakıştığına inandığı kişiyle devam eder ilişkisine. Onu mutlu edeceğine inandığı kişi, istediği resim değildir...

O işi bırakamaz çünkü oluşturmaya çalıştığı imaj çok önemlidir.
Taşınamaz çünkü imajına uygun ev ve semt tam da bulunduğu yerdir...
Bu sabah sadece mutluluk üzerine düşündüm. Ve şu soruyu sordum kendime; sence mutluluk ne?
Bugüne kadar kendime biçtiğim kılıfa uymasa bile beni mutlu eden şeyleri buldum düşününce.

İtiraf ediyorum:
Yıllarca cool duruşumu sağlamlaştırmak için yaptığım onca uğraşa uymayacak ama bir erkeğin bana hükmedebildiğini ve yönlendirebileceğini hissetmek beni mutlu ediyor, evet. Ender rastlanır olsa da...
Sevgiliyle sokaklarda el ele dolaşmak fikrinin çocukça ve modası geçmiş olduğunu iddia etsem de aslında bunun kadar beni mutlu eden şey yoktur.
Kıskanılmaktan nefret ettiğimi söylesem, bu uğurda kavgalar çıkarsam bile aslında kıskanılmayı seviyorum. Daha da fenası asla kıskanmam deyişim de koca bir yalan.

İstikrar, güven ve rutin aradığımı söylesem de bunlarla değil, heyecan, gel-git, iniş çıkışlarla mutlu oluyorum. Ne yazık ki sanırım gerilimden besleniyorum. Hatta bunların tümünü aynı anda istiyorum.
Yanıma çok şık, çok cool, çok güçlü, çok başarılı adamların yakıştığını düşünsem de aslında zayıf yanlarını görebildiğim, bunu benden saklamayan adamlarla mutlu oluyorum.

Dışarıda kimselere göstermesem de evde acıklı aşk filmlerinde ağlamayı seviyorum.

Sadece klasik müzik dinlediğim, Türk müziğinden nefret ettiğim koca bir yalan. Bazı arabesk ya da Türk sanat müziği şarkılarını dinlemek beni mutlu ediyor, itiraf ediyorum. Hatta arada Yalın da dinliyorum, ama sadece arabada.

Evlilik hakkındaki olumsuz sözlerime aldanmayın. Evliliğin boş ve saçma bir şey olduğunu söylesem, bu kuruma inanmadığımı iddia etsem de annemle babamın hala süren evlilikleri gibi 35-40 sene sürecek bir şey hayal ediyorum. Sadece çok korkuyorum ve bu yüzden tam tersi davranıyorum.
Sadece kırk yılda bir aşık olurmuşum izlenimi vermem tamamen bir kurgu! åşık olmayı seviyorum. Önlenemez, engellenemez ve kaçılamaz olanını... Tuhaf gelebilir ama birlikte olduğum herkese aşıktım ben. O aşk duygusunun içinde debelenmek, aşk şarkıları dinlemek kadar yaşadığımı hissettiren başka şey yok. Daha doğrusu aşık olmazsam yaşayamam ben. Evet, cool duruşa uymadı ama tutkuluyum ben, hem de fena halde.
Bunlar beni mutlu eden şeyler. Sakladığım, öyle değilmiş gibi yaptığım, göstermek istemediğim...
Peki, siz hiç düşündünüz mü?
Sizin için mutluluk ne?

HAFTANIN DEĞERLENDİRMESİ
PAZARTESİ

Spora başladım. Uzun zamandır düzenli yapamadığım sporu düzenli yapmaya karar verdim. Bu uğurda ne kadar acı çekeceksem çekeyim kollarımın ve karnımın Jennifer Aniston gibi olması için mücadele edeceğime dair söz verdim, spor hocam Ender İnal'a. Kendisi benim bu konudaki istikrarsızlığımı bakıp düzenli spor yapacağıma inanmamayı tercih ediyor ama ona inat yapacağım! İşte bana gerekli olan şey bu! Bir meydan okuma, yapamayacağıma inanan birilerinin varlığı!
Sporun, insanın endorfin salgılayıp mutlu olmasını sağladığını iyice anladım. Spor sonrası sauna, masaj ve uzun bir banyo en derin sıkıntıyı bile yok ediyor.
Sonrasında hemen üst kattaki sinema salonuna attım kendimi. 'Tutulma' adlı filmi izlerken serinin ilk filmindeki tadı alacağımı düşündüm ama yanılmışım. İlk filmi sevmemin nedeni sanırım lise dönemindeki aşklara özeniyor olmammış. Bakışmalar, ilk temasların yarattığı heyecan dalgası falan. Bu filmi çok beğendiğimi söyleyemeyeceğim.
ÇARŞAMBA
Yeni bir kitap okumaya başladım; Neslihan Acu'nun 'Artık Ayrılsak Diyorum'. İlişkilere farklı bir yerden bakmanıza neden oluyor. Yaşamı gerçek kılmanın tek yolu evlilik ve çocuk mudur acaba sorusunu sorduruyor. Evlilik ve aşk kavramlarını sorgulatan kitabın adına bakarak hayatımda ayrılık gibi fikirlerin olduğunu falan düşünmeyin. Zira bu ara hayatımdan gayet memnunum.
Aynı akşam Su Ada'ya akşam yemeğine gittim. Denizin ortasında yemek yeme fikri beni her zaman cezbetmiştir. Bu küçük adacığa, küçük bir tekneyle gitmek de aynı oranda keyif veren bir şey.
PERŞEMBE
Hafta başı sporla başlamamın şerefine bir de yogaya başladım bugün. Aman Ender'den uzak, şöyle fazla koşturmadan sakin sakin spor yapayım da fazla yorulmayayım dedim ama ne kadar yanıldığımı bir saatlik dersin sonunda anladım. Uzaktan sadece bacakları ve kolları indirip, kaldırmak ve esnemek olduğunu zannettiğim yoganın bu derece terletici ve zor olduğunu bilmiyordum. O uzaktan kolay görünen hareketleri yaparken üç kilo ter atıyorsunuz, tüm kaslarınız yanıyor. İşin kötüsü hiçbir hareketi beceremedim. Hocam birkaç hafta sonra alışacağımı ve daha rahat yapacağımı söylüyor, hadi bakalım... Buradan çıkacak sonuç şudur: Yorulmadan, rahat rahat yapılacak bir spor henüz mevcut değil...
CUMA
Sabah tartıya çıktım ve 1,5 kilo verdiğimi gördüm. Şok! Nasıl olabilir bu anlamıyorum. Her zaman çabuk kilo alıp veren biri oldum ama bu kadar da değil. Sanırım bir haftalık spor ve yoga, sıcaklık yüzünden az beslenmeyle yan yana gelince böyle bir sonuç doğdu.
Babam bu durumdan mutsuz... Bu kadar zayıf olmamı beğenmiyor. 'Kadın dediğin biraz etli butlu olur kızım' derken elleriyle yaptığı kum saati formu beni gülmekten öldürüyor.
Annemse sürekli bir şeyler yedirmeye çalışıyor. Ne kadar kilo alırsam o kadar mutlu olması tuhafıma gidiyor. Hey anne, önemli olan kilolu ya da zayıf olmak değil. Önemli olan sağlıklı olmak, bak ne kadar sağlıklıyım! Yogaya bile başladım. Sanırım yalnız yaşamanın tek iyi tarafı bu.
Akşamüzeri kafamı dağıtmak üzere yine sinemaya gitmeye karar verdim. Tek başıma! Sinema öncesi Harvey Nichols'a bir göz atayım dedim. Ayakkabı reyonunda birden tanıdık bir ses duydum. Arkamı döner dönmez Naz Elmas'ı buldum karşımda. Buluşmaya kalksak ayarlayamayız, o da tek başına gelmiş, bakınıyormuş. İki kadının bir arada büyük bir mağazanın ayakkabı bölümünde olması çok tehlikeli bir şeydir. Birbirimizi gaza getirip epey bir alışveriş yaptıktan sonra kendimizi 'Sex and the City' filmine attık. Filmin başlamasını beklerken Naz sürekli 'Bak emin misin, bunları almakla iyi mi ettik' deyip duruyordu. Ben ona çaktırmasam da abarttık mı acaba diye düşünüyordum, ne yalan söyleyeyim. Filme gelince beğendiğimizi söyleyemeyeceğim. Saçma bir film olmuş. Kıyafetler film boyunca korkunçtu. Kostüm dizaynırı, ne yapsam beğeniliyor nasıl olsa deyip, saçmalamış bu filmde. Yine de Carrie ve arkadaşlarına yıllardır bağlanan benim gibiler için bir şansı hak ediyor...
CUMARTESİ
Elimi hangi gazeteye atsam, hangi internet sitesini açsam aynı haber. Flaş haber olarak girmiş, günlerdir manşetlerde. Twitter bunun geyiği ile yıkılıyordu. Bıkkınlık geldi. Dahası kızdım. Şahan ile Berrak öpüşürken yakalanmış! Bir kere buna yakalanma diyemeyiz. Çünkü evin balkonu özel alana girer. Hukuki olarak böyledir. Bu durumda bunu çeken gazeteci özel alana tecavüz etmiş olur. İnsanlar ikiye ayrılmış, balkonda öpüşülür müymüş? Ne var? Evimin balkonunda sevgilimle ister öpüşürüm ister kavga ederim, hesap mı vereceğim?  Ben olsam dava açardım, özel hayata tecavüzden. Çatır çatır da kazanırdım.
Sabah bu haberlerin şalterimi attırmasından sonra sinirlere en iyi gelen şeyin ne olduğunu keşfettim. Kız arkadaşlarınızla bir araya gelip kaynatmak... En can sıkıcı sorunları bile unutturur, benden söylemesi... Dedikodular başka bir yazıya...

BU HAFTA GÖKYÜZÜNDE NELER OLUYOR?
Hepimiz geçen haftalardaki ay ve güneş tutulmalarının ardından hayatlarımızda oluşan iyi ya da kötü değişikliklere ayak uydurmaya çalışırken salı gününden itibaren hayatlarımızda başka bir meydan okumayı deneyimleyeceğiz.
Satürn, Uranüs ve Plüton gökyüzünde en zor açı kalıplarından birini gerçekleştirirken bize büyümemiz, gelişmemiş için fırsatlar sunacaklar. Bu fırsatlarsa bazı zorlayıcı olayların içinde gizlenmiş olacak. Onu görebilmek ve elde edebilmek sadece bize kalmış. Ağustosun başına kadar ortam çok gergin ve hepimiz hayatımızın farklı alanlarında bu gerilimi yaşayacağız, bilginize...

Haftanın sözü
'Gelişmek değişmek demektir. Kusursuz olmak için her zaman değişmelisin' Sör Winston Churchill

Başak Sayan İletişim

Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.

Başak Sayan Sosyal Medya