Aynaya bakmak...

En sevdiğim şey kitap okumaktır, evet.
Dev bir kütüphaneye sahibimdir, evet...
Günlerce evden çıkmadan sadece kitaplarla yaşayabilirim, evet...

Kimi dönem tarih kitaplarına sararım, kimi dönem eski klasiklere, kimi dönem psikolojiye, kimi dönemse Türk edebiyatına...
Türler arasında gezinmeye bayılsam da kişisel gelişim kitaplarıyla aram iyi olmamıştır hiçbir zaman.
Okudum okumasına birkaç tane ama sonunu getiremeden kapayıverdim kapağını.
Öyle 'düşün düşün çek kendine her şeyi' inanışı pek salakça geliyordu bana işin doğrusu.
Ta ki Aykut Oğut ile tanışana kadar...
İlk kitabı 'Evrenden Torpilim Var' aylardır okunacak kitaplar arasındaydı ama bir türlü alamamıştım elime nedense...
Geçenlerde bir arkadaşım yeni kitabını almamı önerdi hararetle. Hatta hararetle değil şiddetle... Öyle ki neredeyse bir görev verdi bana.
'Bu kitabı okuduğunda bana teşekkür edeceksin' dedi.
O merakla okumaya başladım kitabı...
İlk birkaç sayfa klasik bir kişisel gelişim sandım ama sayfaları çevirdikçe küçük küçük şoklar yaşamaya başladım. Ki bu şoklar esas depremin öncüleriymiş meğerse.
Bugüne kadar üzerinde hiç düşünmediğim, sadece neden hep aynı şeyi yaşıyorum diye arada söylendiğim ne varsa hepsinin nedeni bir bir dökülmeye başladı ortaya.
Tüm gece okuduklarımla birlikte çocukluğuma döndüm. Birkaç saat sonra gözlerimden yaşlar fışkırırken buldum kendimi. Öyle sarsıcı bir gerçekle yüz yüze getirmişti ki beni kitap, sonraki günler bunun etkisinden çıkamadım.
Şu anda yaşadığımız her şey küçükken yaşayıp sonra da beynimize kaydettiğimiz kodlarda gizli. Ve ne yaşadığınızı hatırlamak inanın bana en kontrollü insanı bile hıçkırıklara boğup şok edebiliyor.
İlişkilerde yaptığımız hatalar, bu hataların nereden kaynaklandığı, bilmeden nelere yol açtığımız...
Mesela bir sessiz anlaşmalar kısmı var ki okurken bir süre ara verme ihtiyacı hissediyorsunuz kaldırabilmek için. Kendinizle yüzleşmenin ağırlığını kaldırabilmek için...
Başkalarının yaptığı ve sizin hiçbir şey demeyerek kabullendiğiniz her olayın nasıl sizin sessiz anlaşmalarınız olduğunu anlamak kolay hazmedilir bir şey değil... Öyle ya, hep karşımızdakini suçlamaya alışmışız bir kere...
Öfkenizin nedenini, bağımlılığınızın nedenini, çocukluğunuzdan gelen hangi kodun tüm hayatınızı etkilediğini anlıyorsunuz.
O kodu anlamak öyle bir sarstı ki beni...
Kitabın kapağındaki aynanın ne işe yaradığını anlamamıştım ilk başta. Okuyunca anladım.
Öyle bir ayna tutuyor ki size kitap, yaşadığınız şok ile neyin ne olduğunu anlıyorsunuz bir anda.
Kitabın yazarı Aykut Oğut bu konuda yaşam koçluğu da yapıyor aynı zamanda. Kitap biter bitmez ilk yaptığım şey ona ulaşmak oldu. Siz bu satırları okurken biz çalışmaya başlamış olacağız.
Haftaya bunun nasıl bir deneyim olduğunu en ince ayrıntısına kadar yazacağım...
Şimdi size tek söyleyebileceğim en yakın kitapçıya gidin ve hemen bu kitaptan bir tane edinin. Şiddetle tavsiye ediyorum.
NOT: Canan'cım tavsiyen için minnettarım. 30 yaşımda ilk kez aynaya bakmaya cesaret edebildim...

HEYOOO! KARAYİP KORSANLARI!
Bundan yıllar evvel '21. Sokak' adlı TV dizisini izlerken aşık olmuştum Johnny Depp'e.
Serseri haline, bakışlarına, tarzına...
Yıllarca yaptığı art house işleri takip ettim. Gişe kaygısı duymadan, gönlü neyi çekiyorsa orda rol aldı.
O da benim gibi fena halde bir fantastik hikaye hastasıydı. Kariyerinin en önemli taşları da işte bu fantastik hikayeler oldu.
Sinemaya adım atarken makas elli bir ucubeyi oynarken şimdi gözü sürmeli, fena halde seksi bir korsanı oynuyor.
İlk filmden beri gönlümü fethetmiştir 'Karayip Korsanları'. Johnny'nin akıllara durgunluk veren müthiş oyunculuğu bunda etkili oldu ilk etapta ama seriye baktığınızda aynı durumun tüm oyuncular için olduğunu görürsünüz.
Bu seferki film yine çok başarılı. Penelope Cruz fena halde yakışmış filme. Bu sefer ortalıkta gözükmeyen Keira Knightley ve Orlando Bloom'un yokluğunu hiç aratmıyor.
Hatta bu filmde yer almayan eski tayfayı aramıyorsunuz bile.
Depp, tek kişilik bir gövde gösterisine dönüştürmüş işi. Geoffrey Rush az sahnesi olmasına rağmen her zamanki gibi çok iyiydi.
Yani demem o ki, tüm işi gücü bırakın atın kendinizi havalar daha da ısınmadan en yakın sinema salonuna, kurulun koltuklara ve bambaşka bir dünyaya götürmelerine izin verin kahramanlarımızın...
Filmin devamının geleceğini anlamak ayrı mutlu edecek sizi...

NOT: Filmin sonundaki fragmanlar bitmeden de sakın çıkmayın salondan. Zira en sonda bir sürpriz bekliyor sizi.

EĞER ZAMAN GERİYE AKSA
Eğer zaman geriye doğru aksa neleri değiştirmek ister insan?
Bir an, bir bakış, pişman olunan bir gidiş, kızgınlıkla söylenen unutulmaya çalışılsa da unutulamayan bıçak gibi bir söz...
Değiştirebilir miydi acaba bu anları?
Yoksa yine aynı şeyi mi yapardı?
Zamandan geriye gidilmek istenen anda hissedilen duygu, geçmişte kalan o andaki  duyguları da değiştirebilir miydi acaba?
O andaki kızgınlığı mesela... Öfkeyi... Suskunluğu ya da...
Vücudunun tüm hücrelerinden fışkıran öfke ile çaresizlik yerini sakinliğe ve kabullenişe bırakabilir miydi?
Mesela öylesine söylenivermiş bir cümlenin kalbinde bıraktığı derin iz...
Çocukken seni bırakıp giden annenin ardından aylarca camın önünde beklerken gözlerinden akıp giden bir yaş...
Gülümseyince tüm dünyanın aydınlandığını düşündüğün sevdiğin adamdan ayrılırken gözlerinde bir saniye için gördüğün o duygu...
Ortaokuldayken sevdiğin çocuğun, yüzüne bakıp söylediği o yaralayıcı sözler ve alaylar... Kendini nasıl yetersiz ve önemsiz hissettiğin...
Kendini değersiz hissettiğin tüm o anlar...
Tüm bunlar... Zaman geriye aksa değiştirilebilir miydi acaba?

KADIN OLMAK
Bir kadın düşünün;
Uğruna yüzlerce yıl kan bile dökülen haklarından feragat ediyor.
Yüzlerce yıl ikinci sınıf insan muamelesi görüp de nihayetinde eşit haklara sahip olmuşken bundan vazgeçebiliyor.
Aşkın en gerçek ifadesi olan sadakati tanımadığı başka kadınlara bağışlayabiliyor. Sevdiği adamı başkasıyla paylaşabileceğini söylüyor.
Anlık kaçamaktan bahsetmiyorum burada, hayat arkadaşlığından bahsediyorum. Ki anlık kaçamakların süregelen bir hale bürünmesi bile bir insanı derinden yaralarken üstelik...
Kadını köle, erkeği efendi haline getiren eski düşünce şeklini yüceleştiriyor.
Kadını sadece erkeğe hizmet etmek üzere yaratılmış yaratık sınıfına sokmaktan çekinmiyor.
Bu şekilde dövülmeyi, aşağılanmayı, ezilmeyi meşrulaştırdığının farkına bile varmıyor.
Bunu sadece kendisi için değil, tüm kadınlar için istiyor. Aklını, vicdanını, sağduyusunun sesini unutmuş içindeki karanlık taraf yüzünden...
Bu kadının adı Sibel Üresin...
Bu zamanda, eskiden fısıltı halinde bile söylemeye korktuğu yobaz düşünce şeklini açık açık ifade edebiliyor...
Ve insanların yıllarca korktukları, ılımlı görünümlerinin altında başka planlar gizliyorlar düşüncesinin canlı ispatı şekline bürünüverdi bir anda.
Kendisine söylenecek tek bir şey var;
Eğer böyle yaşamak istiyorsa gözlerini çevirip bakabileceği çok yakın bir komşumuz var! Hatta istiyorsa gidip yerleşebilir bile oraya. Hiç durmasın!
Yalnız sakın unutmasın;
O ülkedeki kadınların bir zamanlar sevinç çığlıkları atarak karşıladıkları rejimden şimdi ufacık bir hak elde edebilmek için hapis yatmayı, idam cezasına çarptırılmayı, aşağılanmayı, işkence görmeyi göze aldıklarını... Bir zamanlar hevesle verdikleri haklarının en azından birazına sahip olmak için her şeyi yapabileceklerini...
Kadın olmak zordur.
Ama esaslı bir kadın olmak daha da zordur...

Başak Sayan İletişim

Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.

Başak Sayan Sosyal Medya