Reyting canavarı varken centilmenlik hak getire

Televizyona iş yapmayanlar bilmezler. Ne bir gazetede yazı yazmaya benzer bu, ne de yöneticilik yapmaya. Çok zordur çok...

Reyting adı verilen öyle bir canavar vardır ki; karşısında, ne uğrunda aylarca uğraşılan televizyon dizileri ne de programlar dayanır.


Belli bir matematiği de yoktur üstelik. Söz gelimi bir dizinin tutması için; iyi hikaye, iyi senaryo, iyi yönetmen, iyi oyuncular ve iyi yapımcı yetmeyebilir. Birkaç bölüm sonra bir bakmışsın kalkmış yayından. Bazen de bundan bir şey olmaz dediğin iş almış başını gitmiş. Yaşadım, bilirim bunun şaşkınlığı...

Bu canavar öyle bir canavardır ki insanın gözünü döndürür, canından bezdirir. Koca koca yapımcılar, yönetmenler, yöneticiler bu azgın canavarın karşısında kendileri olmaktan çıkarlar. Ya bu canavarı beslemek zorundadırlar ya da yok olup gitmek.

Korkunç bir yarıştır bu... En iyi reytingi alan kısa bir süre için rahat hisseder kendini ama bu hissin hemen sonrası daha beter bir hisle boğuşmak zorundadır. Yerini korumak!

Yerini korumak, rakiplerine fark atmak, reyting canavarını beslemeye çalışmak kolay iş değildir. Daha fazla çaba ister.

Bu esnada ne ananı tanırsın ne babanı! Öyle azgın bir canavardır ki bu reyting, bir bakmışsın çoktan kaptırmışsın kolunu ya da bacağını... İdealistliğini öldürür, çoğunluğun tercihine iyi ya da kötü diye bakmadan boyun eğmiş bulursun kendini.

Geçen gün bir baktım ekranların üç anchorman'i Mehmet Ali Birand, Ali Kırca ve Uğur Dündar, anlaşma yapmışlar aralarında. Anlaşmaya göre; yeni yayın döneminde üçü de aynı tarihte ekrana çıkacakmış. Bu centilmenlik anlaşmasını son anda Uğur Dündar bozmuş ve söz verilen tarihten önce ekrana çıkarak diğerlerini şok etmiş. Her yerde Dündar'ı ayıplıyorlar.
Diğerlerinin yerinde olsam ben de bozulur ve ayıplayabilirdim belki onu. Sinirlenir, söylenir, dürüst olmamakla itham da edebilirdim.

Ama...
Bunları yapmadan evvel biraz daha düşünürsem Uğur Dündar'ı böyle davranmaya iten güdüyü anlar, asıl kızmam gereken şeyin, bu sistemi yaratanlar ve körükleyenler olduğunu anlardım.
Tabii bu sisteme ben de hizmet etmişsem eğer zamanında, söyleyebileceğim pek bir şeyim olmazdı ne yazık ki...


HAFTANIN GÖKYÜZÜ OLAYLARI
Hala gerilemekte olan Merkür bize çok şey anlatmakta aslında. Gerileyen Merkür, karmaşanın göstergesidir. Merkür gerilerken alınan kararlar sonradan değişime uğramak zorunda kalır.
Bu durumda ister evet, ister hayır çıksın, çıkan sonucun sonradan yeniden ele alınması gerekecek, düzeltilmesi gereken noktalar olacak. Daha önce fark etmediğimiz noktaları fark edeceğiz.
Merkür düzeldikten sonra epey bir tartışma yaşanacak.
Referandum gününün haritasına baktığımızda, Ay bugün Akrep'te.
Dünya astrolojisinde ay, halkı gösterir. Akrep'teki Ay rahat değildir, huzursuzdur. Bu durumda halkın gergin ve sıkıntılı olduğu da aşikar. Ve bu gerginlik ve huzursuz durum, ne yazık ki hemen yok olacak cinsten de değil...


SADAKAT ÜZERİNE
Her zaman söylüyorum, yine söyleyeceğim. Ben sadakate değil, bağlılığa inanırım. Ne birinden katıksız sadakat beklerim, ne de böyle bir sözü birine verebilirim.
Acıtıcı, paralize edici, can sıkıcı bir durum da olsa gerçek bu... Çocukluğumuzdan itibaren özellikle kadınlara dayatılan ve kafalarının içine sokulmaya çalışılan pembe masallar ve prens gerçeği de koca bir yalan. Mutlu sonlar da...

Bu gerçeği dile getirmem bazılarının canını sıkabilir, beni duygusuz veya dejenere olmakla suçlayabilirler. Ama ben saf bir gerçeklikten bahsediyorum.

Aşkla ilgili iki tarafın da düştükleri en büyük yanılgı süreklilik beklemek... Aşkın içinde süreklilik olamaz. Hiçbir duygu sonsuza kadar aynı kalamaz...
İşte bu yüzden sadakat gerçek bir kavram değil. Bir ütopya...

Günlerdir kendimi eve kapatıp, kitaplar ve filmlerle baş başa kalınca bazı şeyleri daha berrak görebiliyorum sanırım. Yaşarken hissedilen duygular yüzünden objektif bakılamayan her şey şimdi farklı geliyor. Bir an... Üzerinde durulmayan bir bakış, bir iç çekiş, bir göz kaçırış...
Bu aralar okuduğum bir kitap da bu düşüncelerimi harekete geçirdi diyebiliriz.

İnci Aral'ın 'Sadakat' aldı romanını bir günde, hızla okuyup bitirdim. Yazdığı bazı cümleler derinden etkiledi beni. İnsan bazen kendini öylesine derin bir istekle kandırıyor ki... Bunu içten içe bilerek, ama inanmak istemeyerek yapıyor. Kendi kendine türlü bahaneler buluyor, önündeki resme inanmamak için...

Sevdiğinizin bazen sizden esirgediği ama yanı başınızdaki bir yabancıya gösterdiği gülümseme bile içinizi parçalayabiliyor...
İhanetin türlü biçimleri var. Ama sadakat tek bir kavram... Ve sonsuz sadakat bekleyen biri ya büyük bir hayalperest ya da insan doğası hakkında hiçbir şey bilmiyor.
Ne yazık ki...
Sadece köpekler sonsuz sadakat gösterir...

OY PUSULALARINA DİKKAT!
Herkes söylüyor bir kez de ben hatırlatayım... Oy pusulalarına basılan mühre dikkat etmezseniz oylarınız geçersiz sayılacak.
Yarısı kahverengi, yarısı beyaz olan oy pusulasına mührü bastıktan sonra kağıdı içe değil, dışa doğru katlarsanız mürekkebin kağıdın diğer tarafına bulaşmasını engellemiş olursunuz.
Mürekkep kağıdın içine bulaşırsa iki tarafa birden oy vermiş sayılacağından oyunuz geçersiz olacaktır.
Aman dikkat...

CAN SIKINTISINI GİDERİCİ ÖNERİLER
1 Bir yığın klasik film DVD'si alıp yatağa gömülmek. Klasik filmlerin arasına fantastik filmler serpiştirmek...

2 Mutsuz olunan anlarda Harry Potter ya da Yüzüklerin Efendisi filmlerinin serilerini izlemek.

3 Bir dünya yemek pişirip, en yakın  4 arkadaşını eve davet etmek. Yapılan dedikodu, en ölümcül can sıkıntısına bile birebir. Başkalarının mutsuzluğunu ya da yaşadıkları trajedileri öğrenip, kendi durumuna sevinebilirsin böylece.

4 'Dahiler ve Aşkları' ya da 'Liderler ve Aşkları' adlı kitaplara dalıp kimler gelmiş kimler geçmiş tadında bir nostalji ile öyle aşklar yaşama hayalleri kurmak.

5 Beyoğlu'nda, Tünel'de bir kafedeki tenha bir köşeye ilişip gelip geçenleri seyrederken, elindeki kitaba göz atmak. Fransız sokağında 5 çayı içmek.

6 Kesinlikle en yakın spor salonuna gitmek. Yarım saatlik yürüyüşün ardından yoga dersine girmek. Ardından yapılan sauna ve buhardan sonra can sıkıntısı pufff...

7 Eski sevgililerle telefonda uzun uzun sohbet etmek. (Buradaki püf nokta gerçekten çok eski olmaları. Çünkü ne kadar eski olurlarsa kötü hatıraları o kadar unutmuş olurlar. İnsan beyni kötüleri siler, sadece iyiler kalır yeterince zaman geçtikten sonra. Böylece eski güzel günlerden konuşulabilir; suçlamadan, tartışmadan ya da kıskandırmaya çalışmadan...)

8 Vücut peeling'i yaptırdıktan sonra uzun bir masaja kendini teslim etmek. Sonrasında alınan lavanta kokuları ile evde kendinden geçmek...

9 Alışveriş yapmak... İpin ucunu kaçırmamaya ve aslında kullanılmayacak şeyleri almamaya dikkat ederek.

10 Can sıkıntısı ile mutsuzluğu karıştırmamak gerektiğini asla unutmayarak...

HAFTANIN SÖZÜ
Sorun kuyunun derinliği değil, hedefe ulaştırmayan ipin kısalığıdır.
Çin Atasözü

Başak Sayan İletişim

Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.

Başak Sayan Sosyal Medya