Adaletin intikamı

'Peşinde olduğunuz şey adalet değil, intikam.
Ve savaş konuştuğunda ne yazık ki hukuk susar.'

Bu sözler Robert Redford'un yönetmenliğini yaptığı, James McAvoy ile Robin Wright'ın başrollerini paylaştıkları 'Suikast' filminden.
Geçen hafta vizyona giren 'Suikast' adlı filmi izlerken sadece Abraham Lincoln suikastını anlatan tarihi bir film izleyeceğimi sanıyorum.
Yanılmışım.

Film başladığı ilk saniyeden itibaren düşündürdü.
Günümüzde yaşadıklarımıza o kadar paralel ki insan, ister istemez tarih hep tekerrürden ibarettir diyor kendi kendine.
İnsanoğlu değişmiyor, ne yazık ki.
Belli olaylara verdiği tepkiler, düşünce şekli, davranış biçimi aradan yüzyıllar da geçse aynı hemen hemen.
Lincoln öldürüldüğünde hükümet hemen suçluları yakalıyor.
Adamların hepsi genç, hepsi kendini davalarına adamışlar, zira Amerika'da o sırada Kuzey-Güney çatışması var.
Orta yaşlı bir kadın da mahkumlar arasında.
Suçu, suçluların, işlettiği pansiyonda kalmaları ve o sırada aranan oğlunun arkadaşı olmaları...
Yaşlı bir avukat, kadının davasını alıyor ve yanında çalışan genç bir avukata veriyor.
Genç avukat ilk başta istemiyor kadını savunmayı çünkü kadın Güneyli ve ona göre suçlu.
Yaşlı adamın söylediği söz, sizi bu zamana getiriyor.
'Onun da herkes gibi savunulmaya hakkı var. Bu anayasayı yapanlar tam da bu günler için yapmışlar bunu.'
Bir insanı suçlu bulmak...
Neye dayanarak birini suçlu bulabiliriz?
Şahitlere ve belgelere göre mi?
Bunlar değiştirilebilir, üzerinde oynanabilir şeyler.
Gücü elinde bulunduranlar kafalarında zaten çoktan hüküm verdilerse bu kişilerle ilgili ne yargılamanın önemi var ne de hukukun...
Nefret o kadar kör etmiş olur ki gözlerini gerçekleri görmek istemezler.


Bir düşünün;
Kaç kişi neden tutuklu olduğunu bilmeden yargılanacağı günü bekliyor içeride?
Kaç kişi aradan yıllar geçtikten sonra ilk defa çıkıyor hakim karşısına?
Kaç kişinin ömründen bir hiç uğruna yıllar akıp geçiyor?
Soner Yalçın'a ne oldu?
Ya Tuncay Özkan'a? Nedim Şener'e? Mustafa Balbay'a?
Adını şimdi hatırlayamadığım gazetecilere?
İsimlerini sizin, benim bilmediğim insanlara?
Hukuk şartlara ve duruma göre işleyecek bir şey değildir.
Amaç intikam olduğunda sadece hukuku yok etmiş olmazsınız.
Yok ettiğiniz şey sizin kendi haklarınızdır aslında.
Çünkü bu onların başına geliyorsa sizin de başınıza gelebilecek demektir.
Çünkü onlar güvende değillerse siz de güvende değilsiniz demektir...

KENDİME DAİR
İnsan, kendini zamanla tanırmış.
Ben de yeni yeni anlamaya başladım gerçek beni işte.
Daha düne kadar üstüne üstüne gittiğim şeylerin aslında bana uymayan kıyafetler olduğunu anladım mesela.
Zorlamamam gerektiğini... Nasıl iyi hissediyorsam öyle olması gerektiğini...
Büyük kitleler tarafından onay görmüş ve 'normal' kabul edilmiş şeylerin bana uymak zorunda olmadığını...
Onlara uyacağım diye kendimi sıkıntıya sokmamamın en iyi şey olduğunu...
Sözgelimi, rutin ilişkiler yaşayamıyorum ben.
Öyle çiçek-böcek, romantizm falan köşe bucak kaçmama neden oluyor benim.
Her gün birlikte yenilen yemekler, izlenilen filmler, arkadaşları ziyaretler, sinemaya gitmeler falan, bana uymuyor mesela.
Boğuluyorum.
Kendimi kaybettiğim hissine kapılıyorum.
Yalnızlığımı özlüyorum.
Hissettiğim duygular inişe geçiyor, soğuyorum.
Evlenebileceğimi sanmıyorum bu yüzden.
Ayrı evlerde yaşamayı, haftada birkaç gece dışında bir arada olmamayı kabul eden bir aşkım olursa ne ala...
Yoksa mümkün değil benim için.
Her gün birini görmek 'normal' sayılabilir bir ilişkide ama kime göre 'normal'?
Kim demiş öyle olduğunu?
Reddediyorum işte, toplumun etiketlediği her türden şeyi!
'Bana göre' iyiler ve kötüler var hayatta.
Ya da 'bana göre' normal ve anormal olan şeyler.
Kişiden kişiye değişir bu sonuçta.
Bu yüzden beni, bana bırakın lütfen!
Hayatta en güzel şey özgürlük ve yalnızlık kanımca.
Bu özgür ve yalnız dünyama girenler de sadece ziyaret edebilirler beni bu alanda.
Temelli kalamazlar ne yazık ki bu durumda...

BU ARA TAKTIKLARIM
1- Rock'n roll stili her şey... Salaş kıyafetler, metal aksesuarlı ayakkabı ve çantalar, dağınık ve kuaför eli değmemiş doğal saçlar, büyük beden gömlekler, daracık ve yırtık jeanler... Beni benden alıyorlar.
2- Algida'nın çıkardığı minik dondurmalar. Her gün yemezsem olmuyor.
3- Sessizleşen Tünel ve Asmalımescit'te gündüz vakti tek başıma dolaşmak. Eski kitapçılarda saatler geçirmek, takıcıları talan etmek.
4- Dans etmek! Hem de çoğu kişinin yapamadığı figürleri denemek.
5- olsensanonymous.blogstop.com adresi. Bir girdim mi saatlerce çıkamıyorum. Öyle ki bu bağımlılık haline gelmeden bundan kurtulmam gerek.
6- Mavi, yeşil, mor, siyah renkte alışılmışın dışındaki ojeler kullanmak.
7- Motosikletçi tarzı   botlar kullanmak.
8- Haftada en az üç gün düzenli ağırlık çalışmak. Jennifer Aniston gibi kollara sahip olmama çok az kaldı.
9- Ginseng ve koenzim Q10 alarak enerji seviyemi arttırmak. Ne stres kalıyor ne halsizlik, yorgunluk. Her gün acayip enerjiğim...
10- Yalnız kalmak... Hayatı çift olarak ya da kalabalık yaşamak bana göre değilmiş, ne yazık ki. Ne olursa olsun hayatta en sevdiğim şeyin yalnızlık olduğunu anladım.

HAFTANIN SÖZÜ
'Günümüzde insanlar yalnızca fiyatı biliyorlar, değeri değil...' Oscar Wilde

Başak Sayan Contact

This email address is being protected from spambots. You need JavaScript enabled to view it.

Başak Sayan Social

Manager

MÜGE ULUSOY

Phone:+90 0533 747 62 50
E-Mail: This email address is being protected from spambots. You need JavaScript enabled to view it.
Web : www.mugeulusoy.com.tr