İNCİ ARAL'ın anlattıkları

http://www.basaksayan.com.tr/images/stories/9698-basak-sayan-tekkeyle-mekkeyi-karistirdi.jpg45919.jpgBir sonbahar günü yaptığımız bir telefon görüşmesinin ardından şirin bir bahçe içindeki evine gitmiştim İnci Aral'ın.
Kafamda, dahil olmasını istediğim bir proje vardı.
Oturup konuşurken sadece o projeyi değil, hayatı, insanları, ilişkileri, aşkı, romanları, edebiyatı, tarihi, toplum bilincini, siyaseti kattık sohbetimizin içine.

İlk romanlarını nasıl yazdığını anlattı. Yazarken neler hissettiğini. Karşısına çıkan tümsekleri nasıl geçtiğini...
O anlatırken ben can kulağıyla dinledim kendisini, yazmaya yeni başlamış genç bir yazarın ilgisiyle...
Zaman içinde öğrendiği pek çok şeyi paylaştı benimle. O sıralarda en büyük derdim olan ve yaklaşık bir ay boyunca hiçbir şey yazamamış olmamın getirdiği huzursuzluğun bir parça da olsa dinmesini sağladı...
O gün üç-dört saatlik sohbetten çok şey öğrenmiş olarak çıktım.
İnci Aral'ın o gün üzerinde çalıştığını söylediğini yeni romanı 'Şarkını Söylediğin Zaman' çıktı geçtiğimiz günlerde.
Hemen alıp, bir çırpıda okuyuverdim yine.
Ve okur okumaz İnci Aral'ı neden sevdiğimi bir kez daha anladım.
İkili ilişkileri ve bu ilişki içindeki tarafların psikolojilerini, olayların nedenlerini o kadar güzel ve akıcı anlatıyor ki kitabı elinizden bırakamıyorsunuz.
Aşkı, ilişkilerin yorucu ama aynı zamanda kadersel doğasını, zaman içinde karşımıza çıkan dönemeçlerin bizi hiç bilemeyeceğimiz yerlere nasıl götürdüğünü anlatıyor yine.
Ve çok güzel anlatıyor...

SCREAM...
'Scream' serisi, 90'lı yılların en çok izlenen film serilerinin başında geliyordu.
Ben de ortaokul yıllarımda tüm seriyi kaçırmadan izlemiştim.
2011 yılının şu günlerinde serinin yeni filminin vizyona girdiğini görünce izleyelim bakalım bir dedim.
Eski bir dostu yad edercesine kuruldum koltuklara.
Fakat o da ne?
Art arda perdede görülen klişe sahneler, 90'larda herkesin yediği ama 2011 yılında hiç kimsenin yemeyeceği, ortaokul müsameresi tadında trükler, diyaloglar, planlar...
Film boyunca sıkıntıdan patlayacağımı düşünsem de ilk yarı çıkıp gitme dürtümün önüne geçtim büyük bir sabırla. Finali nasıl bağladıklarını merak ettiğimden...
Orada da bir numara yok. En akla gelmeyecek insanı yapıvermişler maskeli, eli bıçaklı katil.
İnsan böyle bir bütçe elinde varken daha doğru dürüst, günün tekniklerinden yararlanarak bir film çekmez mi?
Eskinin kaymağını yeriz umuduyla hiçbir yenilik katmadan çekilmiş alelade üçüncü sınıf film olmuş.
Bu haliyle ne bir korku filmi, ne komedi, ne macera ne de dram... Kötü bir film olmanın ötesine geçemeyen bir iş olmuş.
Paranıza yazık...

TUTKU
İnsan kendi doğasını anlamakta zorlanıyor çoğu zaman.
İlk gençlik kendini aramakla ve sorgulamakla geçiyor bu yüzden.
Karşımıza çıkan her insan bir ayna adeta bizim için, kendi yansımamızı görebileceğimiz...
Sonra bir gün geliyor ve bir bakmışsın ki anlıyorsun artık kendini. Daha da önemlisi tanıyorsun.
Mesela kendim...
Tutkulu bir insanım ben. Her şeye karşı üstelik tutkum. Yaşarken de, bakarken de, severken de öyleyim.
Hiç kimse fark etmeden önce ben fark ederim baharın gelişini mesela. Kuru ağaç dalında gördüğüm tomurcuklarla...
Dünyanın bir ucunda, bir kanalın üzerinden gelip geçen tekneler, insanlar, gülüşmeler başkaları için bir şey ifade etmezken ben derin bir mutluluk duyarım mesela.
İçtiğim şarabın, yediğim yemeğin, baktığım manzaranın tadını benden iyi kimse çıkaramaz mesela.
Severken öyle büyük bir enerjiyle severim ki karşımdaki kendisini dünyanın en harika erkeği, tek merkezi zanneder. Öyle olmasa bile...
Benim kadar hiç kimse göremez gözlerine baktığım insanın gözlerinin güzelliğini...
Ya da kimse bilemez benim kadar şükretmeyi...
Ama öfkem de dağları delip geçer bu yüzden. Kimsenin aklına gelmeyecek şeyler yapabilirim mesela.
Hepsinin nedeni tutku... Tutkulu olmak...
Yaşamak tutku olmadan ne mümkün ki zaten.
Şimdi düşünüyorum da...
Şanslıyım ben.
Ya tutkulu bir insan olarak yaşayamayıp bir sebze olarak devam etseydim soluk alıp vermeye...

YUUUUH!
Yeni Akit yazarı Serdar Arseven'in yazısını okuyunca uzun bir 'yuh' çektim.
Beyefendi buyurmuş; Bedri Baykam'ın bıçaklanma olayı düzmeceymiş.
Çünkü doktor arkadaşının dediğine göre bıçak karaciğere kadar ulaşamazmış.
Çünkü bıçaklanan kişi ayakta duramazmış.
Çünkü karın kasları yırtıldığından bağıramazmış.
Çünkü paçalarından kan damlarmış.
Yetmemiş bir de bunları ima etmiş korkusundan, delikanlıca yazacağına...
Öncelikle kendisine en kısa zamanda Allah akıl fikir versin deyip şunu söylemek istiyorum;
İnsan bıçaklandığı zaman hemen hissetmez sıcağı sıcağına. Üstüne üstlük müthiş bir can derdine düşmüş insan son gayretiyle yapabilir her şeyi.
Bu olayda sadece Bedri değil, Bedri'nin asistanı Tuba'yı da iyi tanırım. En yakın dostumun kardeşidir.
Hastanede nasıl perişan olduklarını, ailesinin yoğun bakım odasının önünde kızlarını bir saniye görmek için nasıl günlerce beklediklerini gözlerimle gördüm ben.
Bu tür akıllara ziyan teoriler ortaya atan şahsa tek bir şey söyleyebilirim;
Umarım sizin başınıza benzer bir olay gelmez de; hastaneye gitmek için kendini paralamak nasıl oluyormuş, insanın paçasından kan damlar mıymış damlamaz mıymış, ayakta durabilir miymiş duramaz mıymış yaşayarak öğrenmek zorunda kalmazsınız.

ŞU ÇILGIN PROJE DEDİKLERİ...
Memlekette yüzlerce köyde okul, alet, edevat, yol yokken...
Milyonlarca insan sanayi gelişemediğinden ve türlü nedenlerle işsizliğin pençesinde kıvranırken...
Tarım ve hayvancılığın ruhuna el-fatiha dedirtildiğinden, büyük şehirlere göç önlenemediğinden, buraya göç edenler ayak uydurmak için türlü sorunla uğraşırken...
Bunların hepsini at bir kenara, İstanbul'u Venedik gibi, Amsterdam gibi yapacağım de.
Kanalımız olacak, içinde yüzen gondollarımız olacak de...
İyi, güzel, hoş da demezler mi;
Ayranı yok içmeye...

Başak Sayan Contact

This email address is being protected from spambots. You need JavaScript enabled to view it.

Başak Sayan Social

Manager

MÜGE ULUSOY

Phone:+90 0533 747 62 50
E-Mail: This email address is being protected from spambots. You need JavaScript enabled to view it.
Web : www.mugeulusoy.com.tr