Her ayrılık bir ölümdür aslında...

Defne Joy Foster'ın sabaha karşı öldüğü yazıyordu haberde. Önce inanamadım gözlerime. Koca koca açarak gözlerimi tekrar okudum haberi defalarca, tane tane...

Tuhaf bir şekilde internette birilerinin ölüm haberleri çıkar ve öyle olmadığı anlaşılır ya sonunda, o niyetle bakındığım Twitter'da herkesin bunu konuşmasından anladım ki haber doğru bu defa...
Önce bir şok... Ardından olayla ilgili tüm haberleri taradım hızlıca. Her haberi okuduğumda içimdeki sıkışmanın daha da arttığını hissettim.
Üzerinden günler geçti...
Herkes aynı şeyi söylüyor şimdi birbirine. Ölümün hemen yanı başımızda olduğunu ancak bu ölüm haberlerini alarak anladığımızdan olsa gerek...
'Hayat kısa. Hayat sürprizlerle dolu, kimi güzel, kimi ise acı. Hayatı dolu dolu yaşamak gerek bu yüzden...'
Sanki hayatın ne olduğunu yeni anlıyormuşçasına... Ellerinde olanın değerini zifiri karanlıkta bir saniye yanıp sönen bir ışık parlaması gibi görüyorlar adeta.
Halbuki her güne şükrederek başlamak gerek evvela... Hayat kısa diye daldan dala konacağımıza, sahip olduklarımızın değerini bilip şükrederek biraz da...
Gencecik bir kadın... Daha 32'sinde... İki sene evvel anne olmuş, ilk çocuğunu almış kucağına... Kim der ki bir gece eğlence dönüşü son nefesini verecek bir yabancının yanında...
Bu bir ayrılık... Acı bir ayrılık...
Ayrılığın bin tane şekli var sonuçta...
İşte bu yüzden;
Her ayrılık da bir ölümdür aslında...

EN BÜYÜK SORUN HER ŞEYİ GENEL ALGILAMAK
Türk insanı fazla duygusal... Buna kendim de dahilim. Ama duygusal dahi olsan elden bırakılmaması gereken en önemli şey objektiflik.
Dizi çekilir olay olur, sanatla bir konu eleştirilir olay olur. Kapıcılar ayaklanır, avukatlar ayaklanır, doktorlar ayaklanır, taksiciler ayaklanır, meclis ayaklanır, milletvekilleri ayaklanır.
Neden?
Onların düşündüğü, olması gereken dışında bir imaj çizildiği için ekranda ya da yazıda.
Biri kalkar kurgu olan bir dizi için 'ecdadımızı nasıl öyle gösterirsiniz ulan' der olay çıkarır, öbürü kalkar 'tüm kapıcılar böyle değil der' olay çıkarır. Her gün bir ayaklanma. Vay bizi nasıl gösteriyorsunuz böyle diye!
Elin Amerika'sında her türden çeşit çeşit  film çekilir, bazı filmlerde Amerika başkanı madara edilir, kimsenin gıkı çıkmaz yine de. Ne polisler ayaklanır 'vay biz bu muyuz' diye, ne doktorlar, ne avukatlar, ne de hükümet yetkilileri... Çünkü bilirler ki oradaki sadece 'bir durumu' anlatıyor, 'geneli' değil.
Geçen hafta da Doğan Medya Center binasının önünde toplanmış insanlar, ellerinde taşlar, sopalar, pankartlar.
Candaş Tolga Işık Doğu'daki herkesin ensest ilişki içinde olduğunu ima etmiş!
Ne demiş Candaş?
'Doğu'da kontrolsüz ve şifresiz çanak antenlerden yayınlanan porno kanallar deformasyon yaratıyor' demiş.
Bir dizinin içinde geçen hikayelerin Türk aile yapısını bozduğu nasıl iddia ediliyorsa, vurdulu kırdılı filmlerin, dizilerin nasıl suça teşvik ettiği söyleniyorsa, çanak antenlerle izlenen porno filmlerin de ne gibi sonuçlar doğuracağı ortada.
Bir dizi filmde yayınlanan öpüşme sahnesinin bile insanın ahlakını bozduğunu düşünenler nerede?
Neden 'böyle bir sorun var, biri akıl etmiş dikkat çekmeye çalışmış' deyip kalem oynatacaklarına, polemik şansı geçmiş ya ellerine, fırsat bu fırsat diyerek üzerine  gidiyorlar hala?

BAŞARILI KADININ SONU!
Kanadalı bilim adamlarının  yaptığı bir araştırmaya göre toplum önünde erkeğinden daha başarılı olan kadınların terk edilme oranları daha yüksekmiş. Örnek olarak da  her yıl Oscar kazanan kadın oyuncuların boşanmaları gösterilmiş.
Yani;
Tüm dünyanın önünde kendisinden daha başarılı olan karısını boşuyormuş erkekler.
Yazıyı okuyunca gülümsedim. Bunun için Oscar kazanmaya gerek yok benim ülkemde.
Bakın biraz sağınıza solunuza, hatta kendi hayatınıza...
Sıkıysa daha çok para kazanın erkeğinizden. Hele bir de başarılı bulunduğunuz için alkışlandınız mı yandınız demektir...
İlk köstek hemen yanı başınızdan gelecektir merak etmeyin.
Önce alttan alta eleştiri oklarını gönderecektir üzerinize. Baktı işlemiyor, sıradanlaştırmaya, önemsizleştirmeye, en sonunda da küçümsemeye kadar gidecektir iş.
Siz dik durup etkilenmedikçe, bir de etraftan gelen alkış sesleri yükseldikçe, erkeğinizin devasa egosu ezildikçe ezilecektir yanınızda. Erkek olan o ya sonuçta!
Yani demem o ki, dünya var olduğundan beri değişmez kadının çilesi...
Erkek her daim gurur duyacağı, başarılı, talep gören birini isteyecektir yanında ama o başarı kendisini gölgelemeye başladığı an kaçacaktır en sonunda... Yanında daha çok parlayabileceği sönük yıldızlar bulmaya...
NOT: Araştırmaya göre Oscar kazanan erkeklerde böyle bir  duruma rastlanmamış... Oscar'ın ardından boşanan kadınlara örnekler ise Hillary Swank (2005), Kate Winslet (2009), Halle Berry (2002) ve Sandra Bullock (2010).

BIUTIFUL...
Gerçek hayatla alakası olmayan pembe masalların anlatıldığı hikayeleri değil de gerçeğin acıtıcı doğasını yansıtan filmleri seviyorum ben.
Sanırım bu yüzden 'Biutiful'u benim için bu denli esaslı kılan da bu oldu.
Bazı yaşamların acımasız yüzüyle sizi o kadar gerçekçi bir şekilde karşı karşıya getiriyor ki içinizi saran dehşetten kurtulamıyorsunuz...
Alejandro Gonzalez Inarritu'nun ne kadar çarpıcı bir dili olduğunu '21 Gram', 'Babil' ve 'Paramparça Aşklar ve Köpekler' ile görmüştük. Ve ne kadar sert...
Benim ilk sıramda 'Paramparça Aşklar ve Köpekler' gelse de 'Biutiful' da en az onun kadar esaslı.
Javier Bardem'i ve Inarritu'yu neden bu kadar çok sevdiğimi bu filmle bir kez daha anladım.
Eğer sert bir filme girmeye ve yaşamın bazı anlardaki acımasızlığını gerçekçi bir yaklaşımla izlemek istiyorsanız sakın kaçırmayın derim...

Başak Sayan Contact

This email address is being protected from spambots. You need JavaScript enabled to view it.

Başak Sayan Social

Manager

MÜGE ULUSOY

Phone:+90 0533 747 62 50
E-Mail: This email address is being protected from spambots. You need JavaScript enabled to view it.
Web : www.mugeulusoy.com.tr