Günümüz insanın en önem verdiği kavramlardan biri özgürlük...

Büyük şehirlerde yaşayan, türlü sorunlarla tek başına mücadele eden ve uzun süre yalnız yaşamış insanlar içinse vazgeçilmez tek kavram...
Bu insanlar hem yalnızlıktan yakınırlar hem de yalnızlığa ve özgürlüklerine yapışırlar.


Hem geceleri yalnız uyumaktan, yalnız uyanmaktan nefret ederler, sevildiklerini hissetmemek üzer onları, hem de bu ihtiyaçlarını karşılayan biri olunca sıkılmaya ve yalnız kalmaya özlem duyarlar, özgürlük kavramı daha bir önem kazanır.

Hangisine sahip olurlarsa diğerini özlerler.
İdeal olan ikisine birden aynı anda sahip olmaktır. Yani hem güvenli bir limana, geceleri sarılıp uyuyabileceği, sevildiğini hissettiren birine, hem de hayatını her zaman olduğu gibi sürdürebileceği özgür alana sahip olmak...
Bu ikisi bir arada olmaz gibi gelir çoğu kez insana. İki kişi yan yana gelince iki ayrı dünyadan ortak tek dünya yaratmaya çalışırlar. Yapılan en büyük yanlışlardan biri de budur işte.

Birbirine ayak uydurmaya çalışan kişiler bir süre sonra kendi dünyalarını özlemeye başlarlar. Sorunların ayak seslerinin duyulduğu ilk zaman da bu zaman olur genelde. Özellikle uzun süre yalnız yaşamışlar ve kendi alanlarını iyi belirlemişlerse...

Bunlardan birisiyim ben de... Yıllarca yalnızlığı sevmiş ve özgürlüğüm uğruna yığınla şeyden vazgeçmiştim. Hem özgür olmak istiyor hem de yalnızlıktan yakınıyordum. Her ne kadar özgürlük delisi olsam da bir ilişkinin içinde ne kadar özgür alan varsa o kadar sevilmediğimi düşünüyordum.

Sonra günün birinde, bir kaybediş hikayesinin finalinde ve sonrasında yaşadıklarım takkemi önüme alıp düşünmemi sağladı. Ne istiyordum ben aslında?

Cevap çok netti;
Hem özgür olmak hem de bağlı kalmak!
Canım istediği zaman arkadaşlarımla vakit geçirmek, birinin surat asacağını ya da sorun çıkaracağını düşünmeden istediğim yere, istediğim anda seyahat edebilmek, hem hayatımı istediğim gibi yaşamak hem de birini sevmenin ve sevilmenin güven verici mutluluğundan vazgeçmemek...

Bunu bir kez anlayınca yaptığım yanlışı düzeltme yoluna gittim elbette. Bana hem özgür alanımı hiç tereddütsüz veren, hem de sevildiğimi hissettiren adamı bana yolladığı için Tanrı'ya şükrediyorum.
Çünkü bunu yakalayabileceğin insan az... Değerini bilmek gerek...

Anladım ki;
Bu bir kez yakalanırsa, yani hem özgür olup hem de birine bağlı olmanın verdiği mutluluk ve huzur yaşanırsa, uzun hayat yolunda birlikte sakince yürünebilir de...

Yoksa;
Frida Kahlo ile Diego Rivera arasındaki çeyrek asrı geçen ilişkinin, Simone De Beauvoir ile Jean Paul Sartre'ın yarım asırlık birlikteliğinin ne üzerine kurulu olduğunu düşünüyorsunuz?

Ya da Bertolt Brecht ile Elisabeth Hauptmann aşkının?
Bu çiftler birbirlerinin yaşayacakları deneyimleri ve hayatlarını kısıtlamaya kalkmadan çok uzun süre birine bağlı kalmanın olabileceğini öğrettiler bizlere...
Ne demişti Frida ilişkilerinin başında Diego'ya?
'Senden sadakat beklemiyorum, sadece bağlılık bekliyorum...'


SANATÇI OLAN BİR KÜLTÜR BAKANI...

Geçtiğimiz günlerde bir iş için yazar İnci Aral'la bir araya geldik. Ne istediğini çok iyi bilen, özgürlükten ve aydınlanmadan yana tam bir cumhuriyet kadını. Özgürlük kavramının sınırlarını çok iyi belirlemiş.
Sohbetimiz koyulaştıkça aslında resim okuduğunu ve bir süre galeri yöneticiliği yaptığını öğreniyorum. Ne tesadüf ki yıllar evvel eserlerini sergilediği ve zamanla arkadaş olduğu bir sanatçı ile yıllar sonra yolu kesişiyor.

Vejdi Raşidov... Bir heykel sanatçısı... Adını tüm dünyaya duyurmuş. Japonya'dan Amerika'ya pek çok ülkede sergileri olmuş, eserleri satılmış.
Bir süreden beri başka bir titri daha var. Bulgaristan'ın Kültür Bakanı kendisi...

Aradan geçen onca zamana rağmen arkadaşını ve yazdığı eserlerini unutmuyor ve son kitabı 'Sadakat'i Bulgarca'ya çevirtip, basmak için haber gönderiyor Aral'a.

Hikayeyi dinlerken aklıma geldi. Sanatçı olan bir kültür bakanı düşündüm.
Bu türden görevleri o mesleği icra eden birilerinin yapması, o işin daha profesyonel ve başarılı bir şekilde yürütülmesi için en önemli unsur bence. Sanatçının dertlerini, beklentilerini anlayabilecek, sanat için neler yapılması gerektiğini ve sınırları bilecek, bir ülkenin en önemli gelişim araçlarından biri olan sanatı nasıl geliştirebileceklerinin farkında olabilecektir.

İçimden gülümsedim;
Acaba bizim de bir gün sanatçı olan bir kültür bakanımız olacak mı?


TÜRBANLA KADIN-ERKEK EŞİTLİĞİ İÇİN MÜCADELE EDİLEBİLİR Mİ?

Başbakan geçen hafta yaptığı bir açıklamada başı açık kadınların başı örtülülerin haklarını savunmadığını söylüyordu. Bu adil bir yaklaşım mı diye soruyordu.

Haberi okurken aklıma geldi;
Kadın-erkek eşitliğine inanmıyorum diyen bir başbakan, kendi kesiminde kadınlara nasıl bir bakış açısı ile bakıldığını, nasıl yetiştirildiğini de ifade etmiş oldu.

Hal böyleyken;
Bu bakış açısıyla yetiştirilmiş bir kadın nasıl kendi hakları konusunda bilinçli olabilir?

Nasıl ' kadın-erkek eşitliği diye bir şey var, orada dur' diyerek kendisine ikinci sınıf insan muamelesi yapan kocasına meydan okuyabilir?
Ve nasıl onu hakları konusunda uyaran başı açık hemcinslerini anlayabilir?
Ona göre zaten başı açık hemcinslerinin savunduğu değerler 'uygunsuz.'
Başbakan bu konuda hassas olmakta haklı ama gözden kaçırdığı bir nokta var. Kadın haklarını savunan tüm kadınlar, başı açık veya kapalı bütün kadınlar için mücadele ediyor. Şu istekler sadece başı açıklar için, şunlar da başı kapalılar içindir diye bir durum söz konusu olamaz. Öyle değilse zaten kadın haklarını savunmuyorlar demektir... Kişisel hakları, belirli bir grubun haklarını savunuyorlar anlamına gelir bu. Buna da kadın hakları demek doğru olmaz... Mücadele tüm kadınlar için olmalıdır. Başı açık ya da kapalı...

Ama burada da önemli bir durumu göz ardı etmemek gerek;
Mesele kendini o mücadelenin içinde görüp görmemektir...


SONBAHARDA MUTLULUK NEDENLERİ

1 Gri ve yağmurlu havalardaki artış oranı... Özellikle sadece bu havalarda mutlu olan biriyseniz...
2 Sevgiliyle cumartesi akşamları yatağın üzerinde piknik yapıp, yiyip içerek film izlemek...
3 Bir dolu kitap alıp, en yakın Starbucks'a girip, naneli mocha eşliğinde alınan kitaplara göz atmak...
4 Soğuyan havalarla birlikte kaybedilip, kavuşulan sevgiliye sıkı sıkı sarılıp uyumak...
5 Hem özgür olup hem birine bağlı olmanın dayanılmaz keyfini yaşayabilmek...
6 Dostlarla bir araya gelinen, en az üç, dört saat süren, dedikodudan gündeme, ilişkilerden hayata dair her şeyin konuşulduğu uzun pazar akşamları yemekleri...
7 Sonbaharla birlikte başlayan klasik müzik konserlerini takip edebilmek... (Bakınız; yarın akşam 20:00'de Süreyya Operası'ndaki Borusan Dörtlüsü konseri)
8 Avrupa'da küçük bir kış tatili için uygun mekanlar aramak...
9 Seçilmiş yalnızlıkla seçilmiş birlikteliğin kol kola, uyum içinde olabileceğini keşfetmek...
10 Soğuk havada, sıcacık evden dışarıdaki yağmuru ve insanları seyretmek...


Nasıl ki...
- Nasıl ki ehliyet 18 yaşına gelmeden alınamıyor...
- Nasıl ki evlilik 18 olmadan yapılamıyor... (yapanlar ailenin rızası ile yapabiliyor)
- Nasıl ki 18 yaşından küçüklere kendi adına kredi kartı verilmiyor, kredi alamıyor, kendi hesabını istediği gibi yönetemiyor...
- Nasıl ki 18 yaş altına farklı bir ceza sistemi uygulanıyor, 18 olunca yetişkin sayılıp ona göre düzenleniyorsa bu durum... (Ogün Samast bile çocuk sayılabildi adalet sistemi tarafından.)
- Nasıl ki 18 altı kişiler bir şey alamıyor satamıyorsa, bunun için yasal bir veli gerekiyorsa...
- Nasıl ki dünyanın her yerinde 18 yaş reşit olma yaşı ise...
O vakit türban ya da başını kapatma da o yaşa gelince bilinçli olarak seçilmelidir...
İlkokul ya da ortaokulda ailenin ya da çevrenin baskısı ile değil...

Başak Sayan Contact

This email address is being protected from spambots. You need JavaScript enabled to view it.

Başak Sayan Social

Manager

MÜGE ULUSOY

Phone:+90 0533 747 62 50
E-Mail: This email address is being protected from spambots. You need JavaScript enabled to view it.
Web : www.mugeulusoy.com.tr