Yeniden merhaba...

Hayatımın özeti iki kelime: İniş ve çıkış... Rutin bir hayat hiç yaşamadım ve böyle yaşayanları da hep kıskanırım. Son sekiz aydır öyle dingin ve parlaktı ki gökyüzü, huzursuzlanmaya başladım. Sonunda, olanlar oldu...

 

Üç hafta diye yola çıkıp neredeyse altı haftadır uzak kaldım yazı masamın üzerindeki klavyemden ve sizlerden...
Setteki çekim günlerimin yoğunluğuna, günlük hayatın koşuşturmasıyla ailevi sağlık problemleri de eklenince yazmaya devam etmek iyice zorlaşmıştı o ara.
Hadi itiraf edeyim, bunlara ek gönül meselesi vardı bir de.
Çoğu insan aşıkken ve mutluyken her şeyi daha bir gönülden yapar ya, ben de tam tersi etki oluyor ne yazık ki. O duyguyu sonuna kadar yaşamak dışında bir şey düşünemiyor beynim.
Eh, tüm bunlar üst üste binince verdiğim ara uzadı ama şimdi tüm karmaşa ve yoğunluk azaldı ve ben yine oturdum klavyemin başına.
Bu durumda buradan yeniden merhaba demek yeniden mutluluk veriyor bana...

Up and down
Başlığın İngilizce olması şaşırtmasın sizi.
Hayatımın daha iyi özetleyen başka kelime bulamadım şu anda, ondan. Anlamı iniş ve çıkış...
Hani çoğu insanın yaşadığı rutin ve aynı çizgide giden bir yaşamı hiç tatmadım ben. Belki de bu yüzden hep kıskanırım böyle yaşayan insanları.
Onlar bu hayatın sıkıcılığından bahsederken ben inişli çıkışlı hayatımın dev dalgaları arasından başımı her çıkardığımda 'Böyle bir hayatı da her yürek kaldırmaz' diye haykırmak gelir içimden o anda.
Tuhaf gelecek ama benim hayatım her altı ayda bir değişir.
O kadar alıştım ki bu duruma eğer bir değişiklik olmazsa rahatsız hissetmeye ve 'Bu işte bir iş var' demeye bile başlarım en sonunda.
Alın mesela özel hayatım;
Son sekiz aydır öyle dingin, öyle huzurlu, öyle parlaktı ki gökyüzü, sonsuza kadar öyle sürecek zannetmeye başladım.
Ama bir yandan da 'Bu adamda bir tuhaflık mı var acaba?' sorusu beynimi kemirmeye başlamıştı bile. Öyle ya ne yaparsam yapayım küçücük bir bulut bile gelip yerleşmiyordu parlak gökyüzümüze.
En sonunda beklediğim durum geldi çattı. Hayatım yeniden iniş çıkışlarla dolmuş durumda.
Kendimi 180 ile giderken aniden frene basılmış bir arabada gibi hissediyorum son on gündür.
Kafamda deli sorular...
İnsan neden elindekinin değerini kaybedince ya da kaybetme korkusu duymaya başlayınca anlar?
Neden artık ilişkilerin bir sonraki adıma geçmesi için önce şiddetli bir fırtınadan geçmesi ve o fırtınayı atlatması gerekir?
Eskiden sakin sakin bir 'mutlu sona' ilerlenirken neden şimdi o mutlu son için illa bir kavga ve geçici ayrılıklar gerekir?
İnsan sahip olduğunun kendisi ve hayatı için ne anlam ifade ettiğini sadece ondan uzaktayken mi anlamaya başladı günümüzde?
Ya da belki tam tersi...
Eskiden teknoloji bu kadar ilerlememişken, iki kişinin bir arada olması türlü engelleri aşmaya bağlıyken o 'mutlu son' bir sonraki doğal adım oluyordu mecburen.
Belki de eskinin doğal engellerini, şimdi bilinçaltı yollarla yeniden yaratıyor insan.
Farkında olmadan kaoslar, kavgalar, ayrılıklar, dönüşler, kavuşmalar yaratıyor ki hissettiği aşk, rutinin sıkıcılığı içinde çürümeye yüz tutmaktan çıkıp nefesini kesecek kadar şiddetli hale gelebilsin...
Çünkü DNA'mıza işlenmiş bir bilgi; aşkın engeller ve özlemlerle büyüdüğü gerçeği...
Hayatım bu ara fena halde iniş çıkışlarla dolu.
Her sabah tüm bedenimi saran şiddetli bir özlem duygusuyla bu iniş çıkışları yaşamak, eski bir sevgiliye yeniden kavuşmak gibi bir yandan da.
Kendimizle savaşımız ne zaman son bulacak ve kim galip gelecek, onu bilmiyorum.
Tek bildiğim hissettiğin aşk gerçekse ve duygular kuvvetliyse hiçbir şeyin onun önünde duramayacağı gerçeği...

Bosna Savaşı'na dair
Ortaokul yıllarımda yaşanmıştı Bosna Savaşı.
O yaşın umursamazlığıyla ilgilenmemiştim yanı başımızda yaşanan, en büyük insanlık suçlarının işlendiği savaşla.
Savaş sadece bir kelime...
Tıpkı aşk gibi, sadakat gibi, ihanet gibi...
O kelimenin ne demek olduğunu, ne anlam ifade ettiğiniyse sadece onu yaşayanlar, bir sabah evlerinin hemen yanında patlayan bir bombayla yakınlarını kaybedenler bilir.
Ben de ne demek olduğunu onu bizzat yaşayan birinden dinledim sadece.
Bosna ve Bosna Savaşı'nın benim için bambaşka bir anlamı var, nedeni bende gizli...
Belki de o yüzden Angelina Jolie'nin yazıp yönettiği, Bosna Savaşı'nı ve o savaşta işlenen insanlık suçlarını kadınlar üzerinden anlattığı 'Kan ve Aşk' filmini hemen izledim.
Bosnalı bir kadınla Sırp bir askerin yaşadığı aşkı anlatan film, bir yandan da esir kamplarında yaşanan dramı, toplu ölümleri, anne ve babaların gözlerinin önünde yaşanan tecavüzleri, tüylerinizi diken diken eden türlü gerçekleri gözler önüne seriyor.
'İnsanlar toplu bir bilinç tutulması nasıl yaşar?' diye merak ediyor filmi izlerken insan. Nasıl bunları yıllarca yan yana yaşadığı insanlara, komşularına, tanıdıklarına yapabilir? Dahası bu yaptıklarından ve savaştan sonra nasıl yaşar o vicdanla?
Tüm bu acıları yaşayan o insanlar savaşın üzerinden yirmi sene geçmesine rağmen hala o savaşın izlerini taşıyorlar ruhlarında.
Bu hafta sonu, bu filmi izleyin ve tüm dünyanın bir milletin dramına nasıl seyirci kaldığını, rant olmadığı için nasıl ellerini kollarını bağlayıp görmemiş gibi yaptıklarını bir kez daha anlayın.
Aynı toprağı paylaşan farklı ırk ve dinden insanların nasıl bir anda birbirlerine düşman olduklarını ve bu düşmanlığın sonunun nerelere kadar varabileceğini hayal edin.
Ve son söz birine;
'Seni şimdi her zamankinden daha iyi anlıyorum. Dinlemekle izlemek aynı şey değilmiş, bilmiyordum...'

Başak Sayan İletişim

Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.

Başak Sayan Sosyal Medya