Güvercin komplosu...

http://www.basaksayan.com.tr/1site/images/stories/9698-basak-sayan-tekkeyle-mekkeyi-karistirdi.jpg45919.jpgYıl 1952.
Aylardan mayıs.
Demokratik Alman Cumhuriyeti'nin askerleri iki Almanya arasında Berlin Duvarı'nın öncüsü olan bir duvar inşa etmeye başladılar. Doğu Alman tarafında, 3. Reich'in başkentinin olduğu yerde yedi kilometrelik bir orman tıraş edildi. Ortaya çıkan manzara korkunçtu.
Aynı esnada Komünist Parti'nin çağrısı üzerine NATO komutanının Avrupa'ya gelişini protesto etmek üzere Fransa çapında gösteriler başladı. Çünkü

General Matthew Ridgway, Kore üzerinde bakteriyolojik silahlar kullanmakla suçlanıyordu. Komünistler ona 'Ridgway la peste' yani 'veba' adını takmışlardı.
Derken Paris'te gösteriler yasaklandı.
Ve hemen ardından yüzlerce kişi tutuklandı.
Bunlardan biri de Komünist Parti Genel Sekreteri Jacques Duclos idi. Polise göre otomobilinde bulunan iki adet güvercin, devletin güvenliğine zarar verebilecek türden düşmana mesaj taşıyabilecek posta güvercinleriydi.
Fransa karıştı. Yazarlar, gazeteciler, aydınlar, entelektüeller ardı ardına tepki göstermeye başladılar. Herkes öfkeyle insan haklarının temel ilkelerini yani düşünce özgürlüğü ve zorbalığın reddini yeniden ortaya koyuyordu. Herkes güvercin meselesini kendi meselesi bildi.
İşte tarihteki 'güvercin komplosu' böyle patlak vermişti.
Yıl 2011.
Aylardan mart.
Bir sabah evlerinden alınan gazeteciler... Nedim Şener ve Ahmet Şık.
Polise ve savcıya göre yazmakta oldukları kitaplar tehlikeli. Üstelik Hanefi Avcı'nın kitabını da Nedim Şener'in yazdığına dair şüpheler var!
Yani...
Tutuklanan ama neden tutuklandığı belli olmayan kişiler. Tutuklamadan evvel ikna edici delil toplayan değil, 'çok gizli deliller var açıklayamayız' diyen bir yargı sistemi... Bilgisayarlara hacker'lar tarafından gönderilen gizli ve şüpheli dosyalar...
Bu olayın ardından Türkiye karıştı. Onun öncesinde onlarca gazeteci, bilim adamı, entelektüel 'sözde' nedenlerle içeri tıkılmış ama çocuk tacizcileri ne hikmetse yırtmışken gıkını çıkarmayan tüm medya ayaklandı. Yüzlerce gazeteci protesto etmeye, gösteri yapmaya, yürüyüş düzenlemeye başladı.
Herkes insan haklarının temel ilkelerini, düşünce özgürlüğünü hatırlatmak için ayaklandı.
Zorbalığın reddi bir kere daha şahlandı!
Şimdi merak ettiğimse;
Bu olanlar tarihe ne komplosu olarak geçecek?

KADER AJANLARI...
Hanİ bazı anlar vardır, neden başımıza geldiğini bir türlü anlamayız.
Hani bazı gerçekler vardır, tokat gibi yüzümüze çarpan cinsinden. Başa çıkmakta zorlanırız.
Hani bazı dönemeçler vardır hayatta, düzenimiz sarsılır, alıştığımız her şey yerle bir olur. Ayak uyduramayız. Bu yüzden acı çeker, kıvranır, sarsılırız...
O sırada fark etmeyiz ama tüm bunlar bizim bilmediğimiz bir planın bir parçasıdır işte.
Sabah işe gitmek için evden çıkarken üzerimize dökülen bir  kahve yüzünden başımıza ne geleceğini bilemeyiz. Belki bir kazadan kurtardı bizi.
Ayrıldığımız için gözyaşı döktüğümüz sevgilimizin hayatımızdan aslında neden gittiğini de bilemeyiz. Belki hayatımızın en büyük aşkı ile tanışabilmek için...
İşimizi kaybettiğimizde içine düştüğümüz endişe ve korku girdabı normaldir tabii ama belki de asıl gitmemiz gereken yere gidebilmemiz için bitmesi gerekiyordur o iş.
Yani...
Neyin neden olduğunu asla bilemeyiz. Ama şu bir gerçek ki hiçbir şey tesadüf değildir.
Tesadüf; Tanrı'nın planladıklarını yapabilme şeklidir.
'Kader Ajanları' filmi teknik ve oyunculuk bakımından olağanüstü olmasa da size bunları düşündürttüğü ve başımıza gelen her şeyin ilahi kaderin bir parçası olduğunu hatırlattığı için izlenmeli...
Kader mi, özgür irade mi sorusunun cevabını ise film bittiğinde kendiniz vereceksiniz...

BİR KİTAP ÖNERİSİ
Okumak, çocukluğumdan beri bulunduğum andan kaçmanın, başka bir dünyaya gitmenin tek yolu olmuştur benim için.
Belki de yıllarca annem tarafından hayalperest olmakla suçlanmamın nedeni budur.
En sevdiğim şey her hafta kitapçıya gidip yeni çıkan kitapların arasında kaybolmak, birkaç tanesini satın alıp bir sonraki haftaya kadar okumak...
Onur Baştürk'ün ilk kitabı 'Uydurukçu'ya sıra bu hafta geldi ancak. Merakla açtım sayfalarını. Heyecanla okudum yeni başladığım kitabın her bir satırını...
Bir kitabın sizi sarıp sarmayacağını ilk birkaç sayfada anlarsınız. Zaten iyi kitap da meselesini size o ilk birkaç sayfada anlatabilen kitaptır. Anlattı, anlattı. Sarmazsa, okuyamazsınız o kitabı. Atarsınız bir köşeye...
'Uydurukçu', okudukça merak uyandıran, klişe olmayan ve asıl önemlisi her öyküde şaşırtan bir kitap. Mekanların tanıdık olması, konuşma diliyle yazılmış olması, sıkmaması kitabı sürükleyici kılıyor.
'Bazen olur mu böyle ya' diye düşündürten ama hemen arkasından bazen yanı başımızda böyle şeylerin yaşandığını hatırlatan sıra dışı öykülerden oluşan bir kitap...
Ben sevdim... Bir çırpıda da okudum... Eminim sizin de elinizden tüm gün düşmeyecek...

YAŞAMA DAİR...
Hayat ne tuhaf...
Sıradan bir günün, sıradan bir akşamında, her zamanki sıradan işlerini yaparken yapışabiliyor ölüm yakana...
O ana değin ölümü hiç düşünmemiş, hiç aklına getirmemiş olanları tutup sarsıyor.
Ama bunu yakasına yapıştığı ile yapmıyor. Onu gören diğerlerini sarsıyor.
Bakın diyor;
Böyle hiç ölmeyecekmiş gibi yaşamaya devam etmeyin! Paranın, pulun bu derece esiri olmayın!
Rekabet uğruna çiğ çiğ yemeyin birbirinizin etlerini!
Daha çoğunu, daha güzelini, daha iyisini istemekle harcamayın ömrünüzü! Değerini bilin biraz elinizdekilerin! Bunlar için harcayacağınız eforu mutlu olmak için, hayatı gerçekten yaşamak için harcayın!
Yeni yerler görün mesela, yeni insanlar tanıyın.
Daha genç, daha güzel sevgili için sevdiğinizin kalbini kırmayın, sıkı sıkı sarılın ona! Çünkü hayatta gerçekten sizi seven birilerini bulmak en zor şeydir, unutmayın!
Anın farkında olun! Size bahşedilenler için şükretmesini bilin!
Çünkü hayat kısa!
Çünkü ben gerçeğim!

HAFTANIN SÖZÜ
Konuşmak ihtiyaç olabilir ama susmak bir sanattır...    (Goethe)

Başak Sayan İletişim

Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.

Başak Sayan Sosyal Medya