Asla 'Asla' demeyin

Şu sıralar İletişim Yayınları'ndan çıkmış bir kitabı okuyorum. Adı; 'Aşık Olmak'. Sevgililerimizi bilinçaltında neye göre seçtiğimizi sorguluyor. Uzun yıllar hem çift terapisi hem de birebir terapi yapan Psikiyatr Ayala Malach Pines yazmış.
Kitap bağlanmaya, romantik çekime, kadınlar ve erkeklerin farklarına, bilimsel düzeyde beyinde yaşananlara kadar pek çok konuyu içeriyor.


Henüz tam olarak bitirmiş değilim ama bir bölüm ilgimi çekti. Geçici ayrılıklar ve engellerle ilgiliydi bu bölüm.

Buna göre uzaktayken, insanlar sevgililerinin günlük yakınlık yüzünden gözden kaçabilen iyi özelliklerini net bir şekilde görüp, değerini anlarlarmış. Ve arada ne kadar engel varsa aşk o kadar artarmış.

Okurken düşündüm. Gerçekten de kanlı bıçaklı ayrılsalar bile araya giren uzaklıkla, birbirlerinin değerini anlayan, önceden kızdığı şeyleri karşısındakinin aslında neden yaptığını fark eden ve aylar sonra hatta yıllar sonra bir araya gelen çiftler var.

Zaman onlara gerçeği göstermiş... Karşısındakini sevdiğini fark etmelerini sağlamış... Yapılan küçük tartışmaların önemsiz olduğunu, geceleri birbirine sarılıp uyumanın verdiği huzuru ve mutluluğu hayatta çok az şeyin verdiğini, şu kocaman dünyada bir daha ne zaman sevip, sevilebileceklerinin belli olmadığını, o yüzden birlikte geçirilen anların değerini bilmeleri gerektiğini anlamalarını sağlamış...

Yaşanırken gözden kaçan tüm ayrıntılar değer kazanmış gözlerinde. Yaşanan anın getirdiği körlükle sıradanlaşan sevgililerinin bir güneş gibi doğmalarına neden olmuş içlerinde, bu uzaklık.

Bu yüzden;
Ayrılırken bir daha asla yüzüne bakmayacağınıza yemin ettiğiniz, nefretle andığınız sevgilinizle aylar sonra barışırsanız şaşırmayın.
Araya giren uzaklık, gözlerinizdeki perdeyi kaldırdığı için şükredin.
O ayrılığı kutsayın...

YEMEK, DUA ETMEK, SEVMEK
Biraz gecikmeli de olsa Julia Roberts ile Javier Bardem'in başrollerini paylaştıkları 'Ye, Dua Et, Sev' filmine gittim. Film, başından sonuna içine alıyor sizi. Aç gitmemek çok önemli; zira ilk yarı İtalya'da geçen sahneler ve yenilen yemekler ister istemez insandaki açlık hissini artırıyor. Filmi bırakıp en yakın İtalyan restoranına gitmek istiyorsunuz.

İzlerken aklıma geldi. Biz güzel yemek yemeyi bilmiyoruz. Güzelden kasıt keyfine vararak, sonrasını düşünmeden. Aldığımız kalorileri saymaktan, yenilen yemeğin tadını çıkaramıyoruz.

Aynı şeyi severken de yapıyoruz. Sonrasını düşünmekten, karşı tarafın duygularını inceleyip, ona göre yerimizi belirlemekten, içimizdeki korkularla başa çıkmaya çalışmaktan 'güzel' sevemiyoruz.

Aslında anın tadını çıkaramıyoruz. Ya geçmişi yaşıyoruz ya geleceği... Halbuki elimizde olan tek şey 'şimdi'... Geçmişe ya da geleceğe odaklanıp şu anda olan her şeyi kaçırıyoruz.

Film, güzel görüntüleri eşliğinde felsefesiyle düşündürüyor da...
Çıkışta hemen kitabını da satın aldım. Filmi kaçıranlara kitabını öneriyorum. Hem de koca bir tabak spagetti eşliğinde...

DÜŞMANINA SAYGI GÖSTERMEK:
Gün geçmiyor ki gizli ve yasadışı dinleme kayıtları, özel hayatı ihlal eden video görüntüleri ortaya çıkmasın.
İnsanlar korkup, endişelenirken kimse 'bugün onun başına gelen yarın benim başıma da gelebilir' demiyor.
Geçtiğimiz aylarda Baykal'ın başına gelen tatsız ve ahlaksız olay şimdi başka bir siyasi liderin başına gelmek üzereymiş! Üstelik daha müstehcen görüntülerle!

Kim söylüyor?
Eski AK Parti Ankara Kurucu İl Başkan Yardımcısı Dr. Tunay Demirtaş. Hem de büyük bir iştahla, detayları vererek... Hatta zamanını bile söyleyebiliyor!
Bundan utanmıyor, rakibiyle ilgili bir koz geçmiş eline, fırsatı kaçırır mı?
Böyle hain komploları insanların başına ören kişilere söyleyecek bir şey bulamıyorum bile!  Adalete güvenmek dışında yapacak bir şey yok.

Ama...
Böyle kirli oyunlarla siyaset yapanlara söyleyecek bir çift sözümüz olabilir.
Bugün rakibinin başına örülen bu çorapla keyiflenen, dahası bunu gazeteciler vasıtasıyla her yere yayan bir siyasetçinin yaptığı kirli siyasettir. Yazılmaması kaydıyla ismini dahi veren, ballandıra ballandıra nasıl bir rezalet olduğunu anlatan bu kişi yarın öbür gün aynısı kendi başına gelirse kimlerden destek bekleyecek?

Öyle ya, bu olay başına gelen siyasetçi de zamanında böyle şeylerin başına gelebileceğine ihtimal vermiş olamaz.
Dr. Tunay Demirtaş olayı ayıplayabilir, yanlış yaptığını düşünebilir (kendi fikridir) ama bunu dile getiremez, kamuoyu önünde bu şekilde yayamaz. Neticede bu özel hayattır. Yanlış varsa bu o kişiyi ve ailesini ilgilendirir.
Önemli olan böyle zamanlarda alınan tavırdır. Er kişi böyle anlarda belli eder kendini. Düşmanın şahsiyetlisi de böyle günlerde belli olur.
Ve düşmanlar bile birbirlerine saygı gösterebilirler...

MAGAZİN MUHABİRİ = POLİSÇİLİK
Birkaç gündür ehliyeti olmadan araç kullanan Cansu Dere'nin durumu konuşuluyor. Araba kullandığını gören gazeteciler polise ihbar etmişler, polis de olay yerinde ceza kesmeye kalkmış.

Kimi 'olay gerçek' dedi, kimi yalan söylediğini iddia etti.
Buradaki esas mevzu başka bir şey ama!

Bir magazincinin polisçilik oynamaya kalkışması ve kendisine gerekli malzemeyi çıkarmak için tanınmış kişilerin üstüne oynaması!
Aynı şeyi geçtiğimiz haftalarda Halil ağabeye (Halil Ergün) yapmaya kalktılar.
Bu durumun farklı versiyonlarını da defalarca gördük. Timuçin Esen'in başına gelenleri hala çok net hatırlıyorum.

Sistemi değiştirmek için bir şeyler yapmalıyız, yoksa bu durum daha nice yaşını almış, saygıyı hak eden sanatçıyı küstürmeye devam edecek. Halil Ergün yaşadıklarının neticesi küstü tüm basına. Kaç yaşında bir sanatçı o sonuçta. Bu şekilde üstüne oynanmasını hak etmiyor.
Ama sorun o magazincilerde değil.
Sorun; o işi yapmaya mecbur edilen muhabirden ziyade, ona 'Sakın alengirli bir iş yakalamadan geri dönme' diyen müdürlerinde...

YARGI BAĞIMSIZLIĞINA DAİR ÜÇ SORU:
1'Evet' oyu verenler 'hayır'cıların yargı bağımsızlığı tehlikeye girer çırpınışlarını anlamamıştı. Geçtiğimiz hafta Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu'na 'Adalet Bakanlığı'nın listesi' seçilmiş durumda. Bu durumda hükümetin seçtiği hakimler ve savcılarla 'özgürlük' kavramına yeniden baksalar mı acaba 'evet'çiler?
2Güçlerin ayrılığı ilkesini üç ayaklı bir masaya benzetebiliriz. Yasama, yürütme, yargı... Yasama, yürütme hükümetlerle alakalıdır, yargı ise her zaman bağımsızdı. Şimdi yargıyı, yasama yürütmeye bağlayınca iki ayaklı kalan masa işe yarar mı? Yaramaz... Demokrasinin gereği nerede?
3Tarafsız ve bağımsız bir yargının olduğu hukuk devleti olmamız kaç yüzyıl sürecek?

HAFTANIN SÖZÜ
Dünya üzerinde başarılı olmak için, başarılı gibi görünmemizi sağlayacak her şeyi yaparız.                                                                         La Rochefoucauld

Başak Sayan İletişim

Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.

Başak Sayan Sosyal Medya