Vahşete son!

İki haftadır kadına yönelik şiddetle ilgili yazılar yazıyorum bu köşede.
Kaç defa yazdım daha evvel, hatırlamıyorum.
Kaç köşe yazarı yazdı bunları bugüne dek, onu da hatırlamıyorum.

Kaç yüz tane kadına yönelik şiddet içeren, kaç tane yakınları tarafından öldürülen kadın haberi okuduk, hatırlamıyorum.
O kadar çok ki...
Yakınları tarafından şiddet gören, ölüm tehdidi alan, korkan, sığınma evlerine yerleştirilmek için devletine yalvaran ama ailenin korunmasına dair kanun kapsamında tedbir alınamayarak sokağa atılan kadın o kadar çok ki...
İmam nikahlı eşini 'eş' saymayıp sen 'aile' değilsin denilip sokağa atılan ve öldürülen kadınlar...
Bu haberler yapıldıkça, yardım çığlıkları atıldıkça duymazdan geldi herkes.
Bir iki ah ahlar, vah vahlar çekti ve unuttu.
Unutmayan bir tek bunu yaşayanlar ile onların yakınlarıydı.
Cuma günü Habertürk'ün manşeti ayağa kaldırdı herkesi.
Eşi tarafından sığınma evinden çıkarılıp vahşice katledilen zavallı bir kadının sırtında bıçak, vücudu çıplak, açılan tüm yaralar ortada, her tarafından kanlar akarken yayınlanan bir fotoğrafı...
Ölü bir kadın fotoğrafı...
Hayattaki en yakını tarafından katledilen ölü bir kadının fotoğrafı...
Sosyal medyada insanlar ayağa kalktı, sokaktaki insan konuşmaya başladı...
Herkes fotoğraftaki vahşeti ve bir gazetenin bu fotoğrafı nasıl kullanabileceğini sormaya başladı bağırarak!
Esas sorgulanması, hesap sorulması gereken meseleyi sorgulamayarak!
Bugüne değin bu konuda bir şey yapmayanları 'artık bir şeyler yapmaya' davet etmesi gerekirken nasıl haber yapılır meselesine takıldı herkes.
O korkunç, o yürek kaldırmaz, o insanlık dışı fotoğraf belki bugüne dek unuttukları, önemsemedikleri bu meseleyi çözmeleri için ayağa kaldırır devleti, hükümeti...
Kadının yürek dağlayan feci sonunu yansıtan o fotoğraf belki devletin kapılarından çevrilen, koruma verilmeyen, hakları gözetilmeyen binlerce kadının dramına bir çare olur.
Belki o feci fotoğrafın insanın içinde yarattığı duygular neticesinde kör olan gözleri açılır!
Belki vicdanlar öyle bir sarsılır ki bu konuda bir şey yapmaktan başka çare bulamaz yetkililer.
Belki başlarına gelmeden anlamayan görevliler, bu acı gerçeği tokat gibi çarpan fotoğrafla kendilerine gelirler.
Eğer bu fotoğraf amacına ulaşır da görmeyen gözleri görür, duymayan kulakları duyar hale getirirse, aynı şiddeti gören ve korkan nice kadının derdine bir parça da deva olacak yasanın çıkmasına katkı sağlarsa, o kadının ailesi de o fotoğrafın yayınlanmasının acısını bastıracaklardır içlerinde.
Kısacası; iyi ve duyarlı tarafım Fatih Altaylı'nın o fotoğrafı işte bu duyguları uyandırıp, insanları ayağa kaldırmak için koyduğuna inanıyor. Ama yok, insanlık tarafım yine yanılıyor da, bu fotoğraf buraya sadece tiraj için konulduysa, unutmamak gerekir ki, 2 çocuk annesi Şefika Etik, bir cinayete daha, bu kez medyanın cinayetine kurban gitmiştir.
Bu fotoğrafı o ya da bu nedenle gördük artık.
Öyleyse gereği neyse onu yapalım...

PARİS'TE GECE YARISI...
Woody Allen hayranı olduğumu söylemiştim geçen hafta.
Aylardır bu filmi beklediğimi de...
Film vizyona girdiği ilk gün koştura koştura gittim sinemaya.
Gece matinesinde kuruldum koltuğuma. Baktım salonda tek bir yer bile yok, hepsi dolu.
İçimde bir heyecan, başladım filmi beklemeye.
Beklerken Woody Allen'ı neden bu kadar çok sevdiğimi düşündüm.
Çünkü; hiç kimse Woody Allen kadar insan ilişkileri ile ilgili düşündürten ve sorgulatan film yapamıyor.
İçinde ironiyi ve mizahı da barındıran filmlerinde öyle bir sahicilik var ki aynı şeyleri defalarca yaşadığınıza yemin edebilirsiniz yaşamamış olsanız bile.
Ve yaşadığıysanız eğer, neden bu noktadan bakmadığınızı düşünmeye başlarsınız.
Mizahla gerçekçilik öyle bir iç içe geçmiştir ki, şaşırır kalırsınız.
'Paris'te Son Gece' harika bir Woody Allen filmi.
Harikulade Paris görüntülerinin yanı sıra sizi tarihte eğlenceli bir yolculuğa çıkarıyor ve Hemingway'den Picasso'ya, Fiztgerald'dan Salvador Dali'ye kadar bir yığın entelektüel şahsiyetle neşeli bir romantik komedinin içinde buluyorsunuz kendinizi.
'Vicky, Cristina, Barselono' filminden sonra en sevdiğim ikinci Woddy Allen filmi bu oldu. Üçüncüsü 'Herkes seni seviyorum der'...  O da çok iyidir gerçekten...

BİR ZAMANLAR ANADOLU'DA...
Bir insan ya çok sever Nuri Bilge Ceylan'ın filmlerini ya nefret eder...
Arada kalanını göremezsin hiçbir zaman.
Oscar aday adaylığı yolu açılan filmi bir öğleden sonra oyuncu bir arkadaşımla birlikte izlemeye gittim.
Seksen kişilik salonda altı kişiydik ve bu altı kişiden üçü oyuncuydu.
Film başlamadan evvel önümüzde oturan iki kadının konuşmasına kulak kabarttım biraz. İkisi de belli ki ilk kez izleyeceklerdi bir Nuri Bilge Ceylan filmini.
Işıklar söndürüldü, kapılar kapandı ve film başladı.
Film, sizi bir anda Anadolu'da bir kasabanın olanca sıkıcılığıyla dolu atmosferine götürüyor.
Bir cinayet soruşturmasının Anadolu'daki ücra bir kasabada nasıl zorluklarla, engellerle, yokluktan var etmelerle yapılacağını trajikomik bir şekilde anlatmaya başlıyor.
Öyle gerçekçi ve bu gerçeklikle öyle sarsıcı ki... Gerçekçiliği karşısında sarsılıyorsunuz en başta.
Bir Türk kasabasında bir savcı, bir doktor, bir polis, bir muhtar, bir otopsi görevlisi ancak böyle olur diyorsunuz.
Türk insanının zorlu engellerle karşılaştığında kendine has çözüm metotlarını ve düşünce tarzlarını izlerken gülümsüyorsunuz.
Nuri Bilge'nin filmlerini sıkıcı bulanlar muhtemelen realizm akımından pek hoşlanmıyorlar. Zira Nuri Bilge Ceylan'ın filmlerinde kullandığı en önemli özellik bu; realizm...
Bir ağaçtan kopan elmanın yuvarlanıp suya düşmesi, bozkırın rüzgarla savruluşu, bir kızın saçlarının esen yelle birbirine girmesi... Sahne gerçek olsa ve sen oradakilerden birisi olsan bunları aynen filmdeki görünümleri ile izlersin işte... O küçücük arabanın içinde sıkılırsın, konuşmalar saçmalaşır, kendini çaresiz hissedersin...
Bu akımın en önemli özelliği izleyiciye de filmde yansıtmaya çalıştığı duyguları yaşatması. O yüzden yağmurdan ıslanan arabanın camından dışarı bakılan ve içeride eski bir türkünün çaldığı sahneyi izlerken çocukken kaç kez bunu yaşadığını düşünürsün. O yüzden onu yaşadığın andaki hislerin gelip yerleşir içine, eski bir zamandan kopup gelmişçesine...
Bir oyuncu olarak sevdiğim pek çok yazar ve yönetmen vardır ama Nuri Bilge'nin yeri ayrıdır.
Sırf kendine has bir üslup geliştirdiği için değil, filmlerindeki bu gerçekçiliği ve sahiciliğin müptelası olduğum için...
Bu yüzden filmle ilgili yapılan bazı sıkıcı yorumlarına asla aldanmayın, gidin sinemaya ve sahici bir atmosferin içine girip kendi gözlerinizle görün Anadolu'da yaşayan bu bir avuç insanın küçük dünyalarını...
Asla pişman olmayacak ve filmin nasıl geçtiğini anlamayacaksınız bile...
NOT : Oyunculuklar o kadar muazzam ki söyleyecek kelime bulamıyorum. Oscar yolunda yolu açık olsun...

HAFTANIN SÖZÜ
' İnsanların karakterleri onların kaderidir. Ve insanlar layık oldukları hayatları yaşarlar...'  Heracleitus

Başak Sayan Contact

This email address is being protected from spambots. You need JavaScript enabled to view it.

Başak Sayan Social

Manager

MÜGE ULUSOY

Phone:+90 0533 747 62 50
E-Mail: This email address is being protected from spambots. You need JavaScript enabled to view it.
Web : www.mugeulusoy.com.tr