Önyargı ve eleştiri cumhuriyeti

Bir göz atın etrafınıza...
Ortaya bir iş çıkaran, o işe gönlünü koyan, sonuca ulaşabilmek için canını dişine takan insanlara bir bakın.
Sonra da hepsinin mustarip olduğu soruna...
Önyargı ve eleştiri.

Eleştirinin yapıcı olanı iyidir, insanın daha iyisini yapmasına fırsat verir de burada durum biraz farklı.
Söz konusu iş hakkında bilgiye sahip bile değilken kıyasıya eleştirenlerden veya önyargıları yüzünden başka noktadan bakanlardan bahsediyorum.
Biri aylarını, yıllarını verir, bir roman yazar ya önyargı duvarına çarpar ya eleştiri bombardımanına uğrar.
Biri aylarca kapanır stüdyoya bir albüm yapar en alasından alay ve eleştirilerle burun buruna gelir.
Biri haftalarca film setinde ter döker, onun öncesi aylarca sete çıkmak için hazırlanır, akabinde en dik yergilerin ve eleştirilerin hedefi haline gelir.
Nobel alan bir yazarımız olur, resmen linç ederiz.
Tüm dünyada hayranlık uyandıran klasik müzik sanatçılarımız olur, yerin dibine sokar çıkarırız.
Görülmemiş gişe yapan filmlere burun bükeriz.
Sanki bunu yapanlar eleştirdikleri ya da önyargıyla yaklaştıkları şeyden daha iyisini yapmışlar gibi.
Sanki o güne değin elle tutulur bir başarıları var da her başarıyı başarı saymıyorlar gibi.
Sanki içinden çıkamadıkları küçük dünyalarında başkalarına faydası olsun diye bir eser ortaya çıkarmışlar gibi.
Hepsi çirkin benlikleri ve onları esir eden kıskançlıklarıyla var olanı küçümseyerek kendilerinin büyüdüğünü sanıyorlar.
Her şeyi beğenmeyip ona buna kusur bularak bir 'her şeyi bilirim' havası yaymaya çalışıyorlar.
Halbuki sahip oldukları tek şey kirli vicdanları, zavallı egoları, kimseler görmesin diye kibirle üzerini örttükleri aşağılık kompleksleri, vasat geçmişleri...
Sadece eleştirerek, aşağılayarak, küçümseyerek kendilerini diğerlerinden üstün görüyorlar.
Eleştiriyi yapandan çok neden yaptığına bakmak gerek.
Şimdi düşünüyorum da iş yapandan çok eleştirenin olduğu bir coğrafyada yaşamak bir sanatçıyı nasıl etkiler?
Daha mı hırslı yapar sisteme karşı yoksa küsüp gider mi?
İş yapandan çok eleştirenin olduğu bir coğrafya da, ne derece sağlıklıdır, orası da tartışılır ya...

 

SOKAK KÜLTÜRÜ
İlk yurtdışına gittiğim zamanı hatırlıyorum da;
Lise yeni bitmişti galiba.
Öyle bir heyecanla inmiştim ki uçaktan gören şehri ziyarete ettiğimi değil de sahip olduğumu zannedebilirdi.
Günler öncesinden gidilecek yerler, görülecek mekanlar, yemek yenilecek restoranların listesini yapmıştım.
O programa da sıkı sıkıya bağlı kalarak gezmiştim şehrin her bir köşesini.
O günlerde en çok hoşuma giden, en imrendiğim şey de sokak müzisyenleriydi.
Öyle güzel bir atmosfer yaratıyorlardı ki çaldıkları sokakta, imrenmemek elde değildi.
Keşke demiştim, aynı şey bizde de olsa.
Gel zaman, git zaman bu dileğim gerçekleşti.
En umulmadık sokakta, köşe başında sizi yakalayan bir melodi duyunca iyi hissediyordunuz kendinizi.
Müzik böyle bir şey işte...
Bambaşka yerlere götürür insanı, ne umutsuz anda olsa bile.
Birkaç ay önce Londra'ya gittim tekrar.
Bir öğleden sonra keyifle yürüyüşe çıkmışken kulağıma bir melodi çalındı birden.
Baktım, az ötedeki sokağın sonunda sokak müzisyenleri...
Etraflarında onları keyifle dinleyenler...
Kimi alışveriş sırasında soluklanmak için durmuş dinliyor onları, kimi meraktan
Kimi kendimi notaların büyülü dünyasına kaptırmış, kimi ise sarılmış yanındaki sevgilisine kulağına aşk cümleleri fısıldıyor o müzikle...
Gülümsedim.
Bu sefer imrenmemiştim.
Çünkü aynı hissi ben de kendi ülkemde tadabiliyordum artık.
Geçen hafta haberi geldi birden;
Sokak müzisyenleri olmayacakmış artık dendi.
İçim burkuldu...

BAŞBAKAN'A AÇIK MEKTUP
Sayın Başbakan,
Anadolu'da küçük yaşta kızların evlendirilmeleri normal sayılıyor.
Kızlar daha yirmisini görmeden evlenmiş, çoluk çocuğa karışmış oluyorlar.
Bu yaş ortalaması giderek daha da düştü son yıllarda.
Çocuk denilen yaştaki kızlar, kendilerinden yaşlı adamlarla evlendiriliyor ailelerinin zoruyla.
Dahası bunun artık bir pazarı bile var.
Yaşlı başlı adamlar bu kız çocuklarını beğenip seçmek için söz konusu bu illere gidiyorlar.
Yan yana dizilen kızları adeta hayvan alırmışçasına inceleyip birini beğenip parasını ödüyorlar, sonra da alıp çıkıyorlar.
Aile beş-on bin liraya satıyor çocuklarını hiç tanımadıkları bu adamlara.
Bu kızlar daha evcilik oynayacak yaştayken yaşlı başlı adamların pis emellerine boyun eğmek zorunda bırakılıyorlar.
Bu çocukların köleden bir farkı yok.
Memleketin orta yerinde açık bir kadın pazarı kurulmuş, evlilik kılıfı altında kız çocukları pazarlanıyor.
Bu çocukların dramı burada da bitmiyor.
Üç beş yıl sonra, doğurdukları çocuklarla ortada kalıyor, satıldıkları adamlar tarafından aşağılanıyor, eziliyor, şiddet görüyor, dahası öldürülüyorlar.
Sayın Başbakan,
Bu memlekette asla olmaz denilen birçok şeyi yapabildiyseniz, bu soruna da bir çözüm bulabilirsiniz.
Lütfen, bu çağdışı köle pazarını kaldırın ortadan!
Lütfen, bu kızların yaşama hakkına sahip çıkın!
Lütfen, bu insanlık ayıbına bir son verin artık!
Çünkü onların tek şansları bu...

HAFTANIN SÖZÜ
'En kudretli insan kendine hakim olabilen insandır.' Seneca

Başak Sayan Contact

This email address is being protected from spambots. You need JavaScript enabled to view it.

Başak Sayan Social

Manager

MÜGE ULUSOY

Phone:+90 0533 747 62 50
E-Mail: This email address is being protected from spambots. You need JavaScript enabled to view it.
Web : www.mugeulusoy.com.tr