Yasak olanın cazibesi...

Hikayenin kahramanı Avrupa'nın ilk kadın aydınlarından.
Zürih Üniversitesi'nin ilk kız öğrencilerinden.
Annesi Alman, babası ise Rus.

Zekası ve yetenekleri dışında, çok güzel bir kadın.
Yaşadığı dönemde tüm sanat ve bilim çevrelerinin odağı olmuş. Hatta tarihe damga vuran birkaç önemli yazarın kitaplarının ilham perisidir, yazılma nedenidir...
Adı Lou Andreas Salome'dir...
Rilke'den, Freud'a, Ree'den Nietzsche'ye kadar zeki ve sıra dışı adamların kalplerinin anahtarını tutmuştur elinde yıllarca.
Şimdilerde Rilke'nin Salome'ye ithaf ettiği, orijinal adı 'Das Stundenbuch' olan 'Dua Saatleri' adlı kitabı okuyorum...
Okurken de Salome'nin hayatını daha derinlemesine inceliyorum bir yandan.
Hayatı boyunca seçtiği erkeklerle garip bir üçgen ilişki kurması, aşkın sırrını çözdüğünü düşünmesinden mi kaynaklanıyor acaba...
Mesela Nietzsche...
1882'de Salome ile tanışıp yakınlaşan ve ona aşık olan Paul Ree, duygularından arkadaşı Nietzsche'ye bahsetmeye başlar. Hatta bir süre sonra arkadaşının fikrini almak için onları tanıştırmaya karar verir.
İşte, ne olursa ondan sonra olur. Arkadaşına nasıl böyle kuvvetli duygular yaşattığını merak ettiği Salome'ye karşı hayranlık duymaya başlar Nietzsche.
Zamanla birlikte geçirdikleri tüm o zamanlarda farkına bile varmadan Salome'ye aşık olmuştur.
Üçünün birlikte gittikleri Roma seyahati ise son nokta olur, Nietzsche daha fazla duygularına gem vuramayacağını anlar ve Salome'ye açılır.
Bu aşk, iki adamı karşı karşıya getirir belki ama Nietzsche'nin tüm dünyaya çok önemli eserler bırakmasına neden olur.
Eğer ona yasak olmasaydı, Nietzsche'nin duyguları o kadar kuvvetli olup uğruna kitaplar yazar mıydı?
Wagner'den sonra felsefesini etkileyen en önemli kişi olarak tarihe geçer miydi Salome?
En yakın arkadaşı Paul Ree'nin aşkı olmasaydı yine de böyle sever miydi onu?
Bize yasak olan bir şey, daha mı cazip hale gelir bu yüzden? Arada hiçbir engel olmasa daha mı kolay yitip gider arzular?
'Dua Saatleri'ni okurken bunları düşündüm... Seçtiği tüm erkeklerin kalplerindeki egemenliğini uzun yıllar sürdürebilen bu kadının sırrını...
Sonunda anladım.
İnsan sahip olduklarını küçümser, sahip olamadıklarını ise önemser ne yazık ki...
KALP ÇARPINTISI
Kalbim hızla çarpmadan yaşayamam ben.
İlle de gümbür gümbür çarpması gerek heyecandan.
Bu yüzden severim aşık olmayı.
Bu yüzden hep aşık olurum zaten.
Sanırdım ki kalbimi çarptıracak, duygulanmama, heyecanlanmama neden olacak tek şey aşk.
Yanılmışım...
Birkaç gün önce ikinci kitabım, ilk romanım 'Bağlanma Korkusu'nun lansmanının yaptık Point Hotel'in 11. katında.
İçimde hiç de öyle bir heyecan falan yoktu. Hatta deyim yerindeyse buz gibiydim denebilir.
Başlamasından iki saat evvel gittim otele. Asansörün 11. kat düğmesine bastığımda hala bir kıpırtı yoktu içimde.
Derken asansörün kapıları açıldı, 11. kattaki şahane dekore edilmiş salona girdim. Duvarlardaki siyah-beyaz fotoğraflar, şık mobilyalarıyla gördüğüm en iyi özel salonlardan biriydi.
Her yanda 'Bağlanma Korkusu'nun dev afişlerini görmek de heyecanlandırmadı beni.
Derken bir tarafa yan yana konulan kitabımı gördüm.
Baskıdan çıktığı andan beri görmemiştim yani, ilk kez orada gördüm. Salonda birkaç kişi dışında kimseler yoktu.
Usulca kitabı elime aldığımda kalbimin derinliklerinden yükselen şiddetli duyguyu fark ettim.
Sessizce en ıssız köşeye çekilip sayfalarını karıştırmaya başladım. Yazarken yaşadığım her şey gelip geçti gözlerimin önünden.
Son sayfaya çevirip okuduğumda artık kalbimin derinliklerinden yükselen duyguya teslim oldum, usulca ağlamaya başladım.
İşte o an anladım;
kalbimi çarptıran tek şey aşk değilmiş meğer.
Yarattığın şeyin ortaya çıktığını görmek başka bir heyecanmış, başka bir kalp çarpıntısıymış...
NOT: Umarım okuyan herkesin kalbinde bir yere dokunur...

BİR EVLİLİK HİKAYESİ
Son bir haftadır herkes şike olaylarıyla Ayşe Özyılmazel'in evliliğini konuşuyor.
İnsanlar ikiye ayrılmış durumda;
bu evliliği onaylayanlar ve onaylamayanlar...
Gittiğim her yerde burnuma mikrofon dayayıp bu evlilikle ilgili fikrimi soruyorlar, ne alakaysa.
En sonunda dayanamadım; söyleyeyim fikrimi...
Bir insanın hayatından kime ne?
Kiminle evlendiği, kiminle aşk yaşadığı, kimi ilgilendirir?
Sadece kendisinden başka hesap verecek kimi var?
Ki ortada hesap verilecek bir durum falan da yok.
Kız, sevmiş evlenmiş.
Yok, babası yaşındaymış, yok cip almışmış.
Size ne?
İki insanın birbirlerinde ne bulduklarını, hangi yaralarına merhem olduklarını, birbirlerinin ruhlarındaki hangi boşlukları doldurduklarını kim bilebilir?
Çok alakasız görünen insanların birbirleriyle ne işleri olduğunu düşündüğümde hemen bu gelir aklıma; asla bilemezsin derim ne yaşandığını kapalı kapılar ardında...
Adamın eski karısı kanser hastasıymış, vay bunu nasıl yaparmış.
Sanki adamın boşanmasında kızın suçu var. Üstelik onca yıllık bir evlilik pat diye bitmez, o noktaya zamanla gelmişler ve bir karar almışlar sonuçta.
Sonrasında adam ister evlenir, ister her çiçekten bal alır. Hayat onun hayatı, nasıl yaşayacağına o karar verir.
Millet işi gücü bırakmış günlerdir bu evliliği konuşuyor.
Bir de kızcağız sitem edince paparayı basıyorlar.
Madem öyle gösterişli bir düğün yapmasaymış, işi şova dökmeseymiş, falan filan.
Ya pardon da bir kız ilk defa evlenecek, o gece de sonuna kadar tepinip eğlenmeyecekse ne zaman yapacak bunu?
İster havuza atlar, ister gökyüzünden aşağı gül yaprakları döktürür uçak kiralayıp...
İnsanın en mutlu olduğu gün yaptıklarının şovla hiçbir alakası yoktur.
Durum yüksek serotonin ve endorfin hormonları yüzündendir.
İnsanların hayatlarına karışmasak da biraz kendi hayatlarımıza baksak, nasıl olur?

Başak Sayan Contact

This email address is being protected from spambots. You need JavaScript enabled to view it.

Başak Sayan Social

Manager

MÜGE ULUSOY

Phone:+90 0533 747 62 50
E-Mail: This email address is being protected from spambots. You need JavaScript enabled to view it.
Web : www.mugeulusoy.com.tr