Beni görmezsen aşkımız biter mi?

Kadın adama bakıp şöyle dedi; 'Beni görmezsen aşkımız biter mi?'
Şaşkınlıkla gözlerini kırpıştıran adam 'Benim aşk anlayışım böyle değil' diye cevap verdi.

O kadar hüzünlü bakıyordu ki kadın... Bir çaresizliği vardı belli ki... Kafasını yere eğip devam etti konuşmasına:
'Görüşmüyor olmamız aşkımızı bitirmez. İnsanlar Tanrı aşkıyla yaşamıyorlar mı? Tüm hayatları boyunca onu hiç görmeden...'
Birini sevmeye devam etmek için ille de görmeye devam mı etmek gerekir? Aşk görüp dokunarak mı çoğalır yoksa tüm bunlardan ayrı var etmeye devam edebilir mi kendini?
Bugün çevreme bakındım biraz. Yanımdan geçip giden insanlara, uzakta el ele yürüyen yaşlı bir çifte, tutkulu bir şekilde kavga eden genç sevgililere, güneşin batmadan evvel denizin üzerinde oluşturduğu kızıl gölgelere, gülen, kahkaha atan, bağırıp çağıran kalabalığa... Yanlarında olanları çok sevdiklerini düşünen herkese...
Acaba yanlarında bulunanı artık görmekten vazgeçecek olsalar ya da bazı nedenlerle ayrı düşseler ne yaparlardı? Yine de sevmeye devam ederler miydi? Yoksa araya giren mesafe ile başka bedenlerin, başka ruhların cazibesine kapılıp vazgeçerler miydi?
Başka bir bedeni, ruhu tanımaya çalışmak unutturabilir miydi peki gerçekten hissedilenleri?
Eğer başarabiliyorsa her şeyi unutturmayı o beden...
Eğer duyulmuyorsa kısa bir süre yaşanan ayrılıkta özlem...
Eğer vazgeçilebiliniyorsa birlikte yapılan onca şeyden, onun yerinden...
Ve eğer gerçekten Tanrı'ya inanmıyorlarsa ta yürekten, içten...
O vakit gerçekten sevmemişler demektir.
İşte o zaman kadın ne derse desin anlamaz adam 'Beni görmezsen aşkımız biter mi?' cümlesini...
Çünkü Tanrı aşkıyla yaşayan insanlar bilirler ancak birini hiç görmeden sevmenin ne demek olduğunu...

SONER YALÇIN VE VİCDAN...
Medya öyle bir kaynayan kazanmış ki insanda ne vicdan bırakıyor ne de akıl...
Diş biledikleri, hoşlarına gitmeyen birilerinin başına bir şey gelmeye görsün zil takıp oynamadıkları kalıyor.
Üstüne üstlük ortadaki durumun 'demokrasi'nin uzağından yakınından geçmemesi önemli değil onlar için.
Fırsat geçti ya ellerine, sövüp sayabilecekler şimdi.
'Fikirler yüzünden kimse gözaltına alınamaz' demiyorlar.
'Ortada henüz var olduğu 'kanıtlanmayan' bir örgüt söz konusu' diye diretmiyorlar.
'Muhalif olmak dünyanın hiçbir yerinde suç değildir, ortada neden gözaltına alındığı belli olmayan biri var' diye bir çıkışta bulunmuyorlar.
Yalçın Küçük ve Bedrettin Dalan'la diyaloglarının bulunması tutuklanma nedenleri arasında sayılırken 'gazeteci herkesle konuşur, herkesle görüşür, gerektiğinde teröristle, gerektiğinde siyasilerle, işi budur zaten' demiyorlar. Ortada suçu övmek fiili bulunmadığı müddetçe istediği ile görüşür diye karşı çıkmıyorlar.
Dikkat çekici bir haberin yayına verilmesinden bir gün önce gerçekleştirilen baskından şüphelenmiyorlar.
Bunun yerine;
'Bana bunu yapmıştı, şunu demişti' deyip bu durumun başına gelmesine seviniyorlar.
Demokrasi ve özgürlükler umurlarında değil.
Bunun adının faşizm olması bile...
Hatta bunu savunan bir yazarı  'özel yaşamı'yla vurmaya çalışmaları bile kimseyi rahatsız etmiyor.
Evet, kavgalı olabiliriz belki ama kimse kimseyi tercihleri yüzünden aşağılayamaz, küçümseyemez dahası bununla vurmaya kalkamaz.
Netice itibarıyla Soner Yalçın'a yapılan suni gözaltı süreci aslında medyanın bir vicdan testidir...
Bu testten kimin geçip kimin geçmeyeceği ise 'insan' olmakla alakalıdır...

BAŞIN ÖNE EĞİLMESİN
Bekir Coşkun'un kitabı 'Başın Öne Eğilmesin'i bir çırpıda okudum.
Okurken zaman zaman hüzünlendim, üzüldüm, gözlerim doldu. Zaman zaman da gıpta ettim.
Cesaretine, kararlılığına, ilkelerinden bir milim taviz vermemesine...
Kitap bir taraftan bir döneme ışık tutarken diğer yandan da 'gazeteci nasıl olunur'un dersini veriyor adeta. Emin Çölaşan'la birlikte nelerle savaştıklarını anlatıyor.
Gazetecinin işinin bildiği şeyleri yazmak, görüşlerini korkusuzca okuyucuları ile paylaşmak olduğunun altını çizerken günümüzde sayıları fazlaca olan patron gazeteciliğinin ne demek olduğunu anlamanızı sağlıyor.
Kitabı bitirdikten sonra içinizi saran panik duygusuna sarılın sıkı sıkı.
Çünkü bizi kurtaracak, nereden nereye geldiğimizi anlamamızı sağlayacak yegane duygudur bu, farkındalığı getirir zira...

DEKOLTEM VE BEN...
Dekolte giymeyi sevmeyen kadın yoktur herhalde. Abartılmadığı sürece güzeldir dekolte.
Zira kadının 'kadın' olduğunun altını çizmektir bir anlamda.
Bugüne kadar dekolte giyenlerle ilgili pek çok şey söylendi ama tecavüzcüyü haklı çıkaracak bir açıklama gelmemişti hiç. Bu da oldu! Konya Selçuk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi  Prof. Orhan Çeker, tecavüze uğrayan kadınların dekolte giyerek tahrik ettiğini söylemiş.
Fakat bu açıklamayı yapan zatı muhterem acaba farkında mıdır; Türkiye'de yaşanan tecavüz vakalarında belirleyici olan, kadınların dekolte giymesi değil tecavüzü gerçekleştirenin 'sapık' olmasıdır.
Yani;
Fatmagüllerin suçu dekolte giymeleri miydi?

AYİN
Eğer bir Anthony Hopkins hayranı iseniz...
Eğer gerilim filmlerinden hoşlanıyorsanız...
Eğer yaşanmış hikayeler ilginizi çekiyorsa...
Eğer dini öğelerin bulunduğu filmlere bayılıyorsanız...
'Ayin' adlı filmi kaçırmamalısınız...
Zaman zaman, özellikle ayin esnasında klişe denebilecek trüklere rastlasanız da baştan sona sıkılmadan izleyebileceğiniz bir film.
Söz konusu karakterlerin halen yaşıyor olmaları da filmi enteresan kılan başka bir faktör.
Bu tür şeylere inanmayan biri olsanız bile Anthony Hopkins'in akıllara durgunluk veren müthiş karizması ve oyunculuğu yüzünden bu filmi izleyebilirsiniz.
Çünkü kendisi yaşayan en olağanüstü aktördür ve yaşlansa bile bu özelliğinden hiçbir şey kaybetmemiştir. Nokta.

HAFTANIN SÖZÜ
Her gün birbirini görmenin tadı başka, ayrılıp kavuşmanın tadı başkadır...
Montaigne

Başak Sayan Contact

This email address is being protected from spambots. You need JavaScript enabled to view it.

Başak Sayan Social

Manager

MÜGE ULUSOY

Phone:+90 0533 747 62 50
E-Mail: This email address is being protected from spambots. You need JavaScript enabled to view it.
Web : www.mugeulusoy.com.tr